Allah Resûlü (sav) ve can dostu Hz. Ebu Bekir Medine’ ye hicret etmekteydi. Peşlerinde ise canlarına kastetmiş Mekkeli müşrikler. Ve önlerinde geçmeleri gereken, yer yer 70-80 derecelik yamaçlara sahip, Sevr Tepesi.
Allah’ ın kaderinden, Allah’ ın kaderine kaçan efendimiz (sav) ve can yoldaşı, o zorlu dik yamaçları geçerek Sevr’ in zirvesine varmıştır. Gidebildikleri son yer, erişebilecekleri en son nokta burasıdır. Artık gidebilecek bir yer kalmamıştır. Sevr’ in zirvesinde bulunan küçük bir mağaraya sığınırlar. Müşrik zorbaların ayak seslerini duymakta ve şirk kokan nefeslerini hissetmektedirler. Hz. Ebu Bekir telaşlanır. Bu telaş kendi nefsi için değildir; biricik sevgilisi Nur Muhammed Mustafa (sav) içindir. Allah Resûlü (sav) onun bu tedirginliğini fark eder.
“Ya Ebu Bekr”, der. “Korkma. Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir?”
***
Alemlerin Rabbi’ nin emriyle örümcek ve güvercinler Kâinatın Efendisi’ nin imdadına yetişir. Mekkeli müşrik zorbalar emellerine ulaşamadan geri dönmek zorunda kalırlar.
***
Olayla ilgili şu sorular aklımıza takılmaktadır:
Allah Resûlü (sav), “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir?” duasını Sevr’ in eteklerinde değil de neden Sevr’ in zirvesinde yapmıştır?
Eğer o dileseydi, bir duasıyla Mekkeli müşrik zorbalar paramparça edilemez miydi? Yahut yerin dibine geçirilemez miydi?
Allah’ ın yardımı neden Sevr’ in eteklerinde gelmemişti?
***
Bu olayda basiret sahipleri için büyük ibretler vardır. Bu olaydan çıkarabileceğimiz, hayatın formûl sonuçlardan biri de şudur:
Kişi peygamber bile olsa, hatta peygamberlerin sultanı Nur Muhammed Mustafa (sav) dâhi olsa; Allah’ ın yardımı, kulun gücünün bittiği yerde başlar. Yani kul samimiyetle elinden gelen her şeyi yapacak, gücünün son demine kadar çabalayacak, terinin son damlasına kadar çalışacak, başka hiçbir çıkış yolu kalmayacak ve sonunda “Bittim Ya Rabb” diyecek; Rabbi de ona “Yettim ya kulum” diyerek yardımına gelecektir.
Kul, duasının fiili boyutunu layıkıyla yaptıktan sonra dili ile de istediğinde, Allah onun duasına mutlaka icabet buyuracaktır.
***
Evet, O (sav) dileseydi, bir duasıyla, canına kastetmiş olan zorbaları yerin dibine geçirebilirdi. Ebabil’ ler ölüm olup tepelerine yağabilirdi. Ama O (sav), bunu istemedi; çünkü O (sav), alemlere rahmet olmak için gönderilmişti. “Bilseler yapmazlardı” ve “Belki onların soyundan iman edenler çıkar” diyerek hep af yolunu tercih etmişti.
Biz ise alemlere rahmet peygamberin, alemlere zahmet ümmeti olarak onu ve mesajını anlamadık, anlamaya çalışmadık. Hayatın kullanma kılavuzu Kur’ an-ı, Ramazan’ da ve cenazelerde kullanmak üzere evimizin en nadide (!) köşesine hapsettik. Kur’ an-ı ve sünneti anlamadan hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştık. Ve tabii ki boşa kürek çektik. Kur’ an’ sız hayatın, Muhammed’ siz hayatın anlamsızlık demek olduğunu anlayamadık. Kendimize zulmettik.
Deveyi bağlamadan, tevekkül ettiğimizi zannettik.
“Kişiye çalıştığı vardır” ilâhi ikazını anlamazdan geldik.
İman ettik demekle, kurtulabileceğimizi zannettik.
Akabe’ de “Devenizin üzerinde olsanız dâhi, yere düşürdüğünüz kamçınızı kimseden istemeden, kendiniz alınız” diye ashabından biat alan peygamberin mesajını anlayamadık.
Özetle, duamızın fiili boyutunu unutarak dualarımıza icabet bekledik.