Yaşı 40’in üzerinde olanlar çok iyi hatırlar Devlet Planlama Teşkilatı, yani DPT’yi. Turgut Özal siyasete atılmadan önce DPT tedrisatından geçmiş çok önemli bir bürokrattı. Nitekim T.C. tarihindeki en çok kalkınma sağlayan başbakanlardan biri idi. Peki ne oldu bu DPT’ye ve bence neden geri gelmesi lazım?
Geriye dönelim biraz. DPT 27 Mayıs 1960 darbesinden dört ay kadar sonra 5 Ekim 1960 tarihinde kuruldu. Kurulma amacı Devletin ekonomik, sosyal ve kültürel amaçlarının belirlenmesinde hükümete danışmanlık ve rehberlik yapmak idi. DPT bu misyon çerçevesinde kalkınma planları ve yıllık planlar hazırlayıp sundu hükümetlere.
DPT 2011 yılında Kalkınma Bakanlığı olarak yeniden organize edildi. 2018 yılında ise Kalkınma Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığının Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü birleştirilerek Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB) oluşturuldu.
SBB’nin görev tanımı Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasını hızlandırmak, kalkınmayı dengeli ve sürdürülebilir kılmak misyonuyla çalışmalarını yürütmek. Sadece bu görev tanımı bile bu kurumun aslında ne kadar kıymetli ve kritik bir misyona sahip olduğuna delalet ediyor.
Ama gelin görün ki biz vatandaşlar SBB’nin bu kritik görevi ne kadar ciddi olarak yerine getirdiğini bilemiyoruz. Belki SBB bu görevi yerine getiriyor ve fakat mevcut politik durum, ekonomik sıkıntılar ve konjonktürel sebepler SBB’nin hazırladığı kalkınma planlarının uygulanmasına sekte vuruyor.
Halbuki DPT veya yeni ismiyle SBB bence bizim ülkemizin en önemli kurumlarının başında gelmeli. Çünkü vatanımız Anadolu içilebilir su, tarıma uygun arazisi ve yeraltı maden yatakları gibi doğal kaynakları mahdut bir coğrafyada konumlu. Eğer bir kaynak sınırlıysa onu sınırlı kullanmak ve azami kazanç elde ederek ihraç etme mecburiyetimiz var. Örnekler vererek durumu izah etmeye çalışayım.
- Bulunduğum Florida eyaletinde Türkiye’den mermer ihraç edip Amerika’da satan bir çok tüccarımız var. Diyeceksiniz ki bunun neresi kötü. Anlatayım. Bu mermerci tüccarlarımız birbirleriyle devamlı ve acımasız bir rekabet halinde oldukları için fiyatlar düştükçe düşüyor. Sonuçta benzer evsaftaki İtalyan mermerinin metrekaresi ortalama 200$’a satılırken bizim Türk mermerinin metrekaresi 70$’a satılıyor. Neticede Türkiye’nin doğal kaynakları Amerika’da uç kuruşa satılmış oluyor.
- Eskiden Tuz Gölü vardı. Şimdi yerinde sadece tuz ve biraz su var. Sebebi basit. Biz çocukken “Konya Ovası Türkiye’nin tahıl ambarıdır” diye okuturlardı. Şimdilerde ise şeker ambarı oldu. Şeker pancarı tarımı buğday tarımına göre yaklaşık iki kat daha fazla su istiyor. Bu suyu Tuz Gölü’nden getirıyorlar. Devletimiz bir de suyu bedava yapınca çiftçilerimiz salma sulama denilen en verimsiz sulama yöntemi ile bol bol kullanıyorlar. Tuz Gölü’nün suyu çekildikçe göle su sağlayan yeraltı su akiferlerinin çıkış noktaları tuzla kapandığı için artık su ikmali olmuyor.
- Türkiye’de her sene en az birkaç tarım ürünü kıtlığı ve dolayısıyla bu ürünlerde fahiş fiyat artışları oluyor. Daha birkaç sene önce herkesin bolca kullandığı soğan ve patates bile bundan nasibini aldı. Ya da bazı seneler bazı ürünler ihtiyaçtan çok daha fazla üretildiği için yok pahasına satılabiliyor. Bu da bana Türkiye’de kararlı bir şekilde uygulanan ve denetlenen bir tarım politikası olmadığını düşündürüyor. Halbuki özellikle Avrupa’da “kafana göre” tarım yapman mümkün değil. Tarım alanları sınırlı olduğu için sadece devletin uygun gördüğü ürünü yetiştirebilirsin.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama vaktinizi çalmak ve moralinizi daha fazla bozmak istemiyorum. Rahmetli dayımın bir sözünü hep hatırlarım: “İşini bilmeyen çavuşlar döner xxxxxx avuçlar” derdi. Nitekim en son yaşadığımız “İstanbul’un ve Havalimanının günlerce kara teslim olması” trajikomedisi bu “avuçlama” olayının son örneği oldu. Ne Belediye’nin, ne havalimanının ne de karayollarının böylesine yoğun bir kar yağışı olasılığını günler öncesinden bilmelerine rağmen yeterli tedbirleri almaması, komşu illerden ve havalimanlarından yardım istememesi, halkı yeterince uyarmaması, gibi gibi.
İlk başta yazdığım gibi doğru planlama yoksa akibet müspet olmuyor. Ülkemizin doğal kaynaklarının, insan kaynaklarının, ihracatının, ithalatının, tarımının, hayvancılığının, eğitiminin, kısacası tüm kaynaklarının bütüncül olarak planlanması şart. Kaynaklarımız sınırlı olduğu için de her halükarda tasarruf etmemiz ve onları zekice kullanmamız şart!