İnsanız hepimiz…
Bulanırız, bunalırız. Kırılır, dökülürüz. Taşarız.
Durulmak için taşmamız gerekir ilkin…
Coşkun olduğumuz anlar, gülden güle konduğumuz demler de olur…
Rüzgarın savurduğu yöne gittiğimiz de…
Bir somunu paylaşarak dost ile yediğimiz de olmuştur, tek başına kendimize ziyafet çektiğimizde…
İnsanız ve kalbimiz halden hâle evrilir durur…
Niyazımız kalbimizin hep iyi şeylere yönelmesi yönündedir…
Yolumuz dosta doğru olsun…
Hakikat şehrine dostsuz varılmaz zira…
…
Çözümlerimiz çoğunlukla ilk düşündüğümüz olur. Fazla elemeden karar veririz. Seçenekleri değerlendirmeyi bırakın bir yana ne olduğuna bile bakmayız.
İyi günümüzde isek olumsuzluklar hiç uğramaz zihnimize… Herkese ve her şeye güveniriz. Gereğinden fazla üstelik…
Gönlümüz olumsuzluk rüzgarına maruz kalmışsa ne olur peki? İşte o zaman deli eseriz… Fırtına oluruz. Ne kırmadığımız bir dost, ne de bükmediğimiz bir dal kalır. Freni patlamış bir kamyon gibi önümüze ne gelmişse alıp götürmüşüzdür.
Sel olup bentler yıkmış, fırtına olup çatılar uçurmuşuzdur.
Zaman geçer, günler gider ve elbette devran döner…
Akıl aklını başına almıştır. Almıştır ama ne çare ki, dizde derman kalmamıştır.
Gönül durulmuştur. Lakin limanımıza gemisini bağlayanlar yoktur artık. Ufka yalnız bakar olmuşuzdur. Hüzündür katığımız bundan sonra!
Rüzgar dinmiştir. Ama ne yeşerecek kırılmamış bir dal kalmıştır, ne de gölgelenilecek bir saçak altı!..
Ve artık dilimiz;
“Taşa verdim yanımı
Toprak emdi kanımı
Ezrail’e can vermezdim
Canan aldı canımı”türküsünü çığırmaya başlamıştır.
Ama ne duyan bir tek kişi vardır artık, ne anlayan!
Ne de sesimize ses veren bir kalp…
…
Önemli olan nedir?
Yanımızı taşa vermemektir?
Pişmanlık ateşinde yanmamaktır. Nedamet şerbeti içmemektir.
“Bâr olmak değil, yâr olmak” gerektir.
Dost elinden gelen turnaları erkenden fark etmektir mahâret…
Gelen selama canla selam durmaktır, mukabele etmektir yapılması gereken…
Bunu başarabildiğimiz zaman yanımızı taşa vermeyiz.
Derin üzüntüler, içinden çıkamadığımız pişmanlıklardan uzak dururuz. Vaktinde sever, zamanında helallik dileriz. Heybemiz hafifler… Kendimizi yorgunken yokuşa sürmemiş oluruz.
…
Hayat sürüyor. Takvimler yaprak yaprak eksiliyor. Yürek yâresi derinleşiyor tamir edilmemişse… Söz hançeri çekilmemişse hâlâ yaradan kan sızıyor.
Gelin oturalım, bir bağdaş kuralım ve düşünelim.
Yanımızı taşa vermemek için neler yapabileceğimize gözden geçirelim.
Ne dostlarımızı yoralım ne kendimizi…
Ürkütüp kaçırtmayalım gönül kuşlarımızı…
Yâr elinden aşk bâdesi içebilir miyiz turnalarımızı kaçırtırsak?
Gelen dost selamını alamazsak…
Kalkıp ona ihtiram edemezsek…
Dost elinden gelen turnayı fark edemeyen yılgın bir yürek nâçâr kalmaz mı?
Kurtulabilir mi yanını taşa vermekten?
Gamlar olmaz mı yediği, içtiği?..
…
Sözün özü şudur:
Hakikati bilmek mümkünse de her zaman erişmek kolay değildir.
Nereye dayanacağız? Nasıl dayanacağız? Nereden güç almalıyız?
İstinat duvarımız kuvvetli mi?
Dost eli ne yandadır?
Dost selamı neyi içerir? Nasıl karşılanır?
Dost elinden gelen turna nasıl buyur edilir yüreğe ve nasıl uğurlanır?
Anlayışımız, idrakimiz bunları kavrama konusunda hangi seviyededir?
Tüm mesele bu problemleri çözmektir!
Anlayışımız bu yönde olmalı…
Arayışımız da…
…
Hak dostları dayanağımız olsun! Turnalar yârin selamın getirsin. Ferahfeza olalım.
Erenlerin dergahında aşka düşelim.
Nefeslenelim.
Yâr olalım, yârden olmayalım.
Onların katarından, didarından, himmetinden, şefkatinden ayrı düşmeyelim…
Düşersek yanımızı taşa vermiş oluruz.
Dost elinden gelen turnalar küser bize.
İnanın!..
Haber Name/ canbolatugur@gmail.com / https://twitter.com/ugurcanbolat