Faiz mal ya da hizmetin değil, paranın satışıdır. Oysa asıl olan ve değişime konu olan şey para değil, mal ya da hizmettir. Üstelik günümüz bankacılık sisteminde aynı para başta kredilendirme olmak üzere bir dizi yöntemle defalarca satılmakta-kullandırılmaktadır (kaydi para). Bu yüzden hiçbir banka fon sahiplerinin tamamına ilişkin parayı bankada bulundurmaz. Herkes parasını çekmek istese mesela; banka kasasında herkesin borcunu ödeyecek para yoktur. Bu yüzden de bankaların rutin para hareketlerini takip etmek için bankada belli bir karşılık bulundurmaları zorunluluğu vardır (zorunlu karşılık, munzam karşılık). Merkez bankalarında olması gereken zorunlu kısma ise disponibilite (oranı) denir.
Bütün bu güvenceler ve devlet garantileri olağan zamanlarda bankacılık sisteminin devamına izin verir. Zira; bu tür sınırlamalar olmasa bankaların teorik olarak sınırsız kredi verebilme imkânı vardır. Ayrıca da ilk etapta düşünülenin aksine bankalar faizle çalışsa da verilen bu borçların önemli bir kısmı yatırıma gider. Hepsi karşılıksız kalmaz yani... Buna kamu bankaları daha da ihtimam gösterir. Banka alacakları geri döndüğü sürece de çark kendi içerisinde döner.
Faiz malum öteden beri var olan bir olgudur. Ticaret ve zenginlik ile para da öyle... Her birinin de bir başlangıç tarihi var elbet... Ancak geçmiş dönemlerde kişi zengin olsa bile, bu zenginliğin bir yerlerde genellikle para ya da mal şeklinde bir karşılığı vardı. Faiz olduğu zamanlarda ise para (altın-gümüş gibi olduğundan) kişiye verilir, kendisinden belli bir süre sonra faiziyle birlikte alınır ya da ek faizle vade uzatılırdı. Yani bugünkü gibi 'hesabi' olarak paranın defalarca borç verilmesi söz konusu olmaz-olamazdı. Nereden nereye gelindiğine siz karar verin artık...
Konu kapitalizmle perçinlenince, sermaye temelli belli ellerde toplandı. İşverenin insafına büsbütün bırakmamak için de devletler işverenlere çeşitli güvenceleri zorunlu hale getirdi. Yani sizin anlayacağınız, milyonlarca çalışan devletin koruması ile ancak belli bir standartta (asgari ücret) hayatını devam ettirebilmektedir.
Faiz her şekilde kötüdür ama, ilk şekliyle bile, yani bir kere borç vermek şeklinde, uygulansa bugünkü devasa problemler çıkmaz. Hatta sadece yatırımlar desteklense, yine faiz olmaktan çıkmaz ama kendi içerisinde sonuç da verir. Bir başka deyişle sorun büyük ölçüde karşılıksız verilen kısımla ilgilidir. Özellikle sanayi devriminden sonra bankacılık sisteminin yatırımı destekleme amacı birinci sırada idi ama gerek lobi baskısı gerek siyasetçilerin popülizmi konuyu bugünkü noktaya taşımıştır.
Karşılıksız verilen para zaman içerisinde üretimi değil tüketimi fonlamaya başlamıştır. Üretimin gerek ülke içerisinde, gerekse de uluslararası düzeyde belli kesim ve devletlerin tekeline geçmesi, çok geniş bir çalışan kesimim doğmasına, daha doğrusu makus talihe rızadan başka imkan vermemektedir. Bir yandan da yine ülke içerisinde ve uluslararası düzeyde aç-açık ve korumaya muhtaç milyarlar ortaya çıkmaktadır. Devletler de sosyal devlet adı altında ve zenginlerin servetlerine vergi vasıtasıyla el koyarak onlardan aldığını ihtiyaç sahiplerine dağıtmaktadır ama, bu insan onurunu koruyabilecek seviyede değildir. Zira bu şekilde gerçekte insana dair olan, yani özgürlükler devredilmektedir. Oysa özgürlük devletlerin bağımsızlığı gibidir. Bağımsızlığı olmayan bir toplum devlet olamayacağı gibi, özgürlüğü olmayan bir insan da onurlu olamaz.
Faizin olmadığı bir ortam belki bu kadar zenginlik sunmaz ama insanlar kendilerine ilişkin olanın, yani özgürlüğün sahibi olurlar. Bu sayede sadece sermaye kesimi değil, herkes bir şeyler üretmek ve pazarlamak için zihinsel çaba içerisinde olacağı için yukarıda bahsi geçen abartılı zenginlikler olmayacak, zenginlik doğal süreci içerisinde paylaşılacaktır. Böyle bir durum kaynak israfının da önüne geçecektir. Zira mevzubahis sermaye çevreleri akla hayale gelmedik yöntemlerle kişilerin tasarruflarına el koymaktadır. Bir yandan tüketim kültürü oluşturmak suretiyle, bir yandan da kredi vererek...
Bunun muhtemel ki şöyle bir sonucu da olacaktır. İnsanlar iş aramak için bulundukları mekânı terk etme gereği hissetmeyeceklerinden, şehirleşmenin getirdiği, trafik, gürültü, hava kirliliği, kültürel dejenerasyon ve gettolaşma gibi uzun vadeli negatif sosyal, hatta siyasal olumsuzluklar da bertaraf edilecektir.
İnsan fıtratındaki kötü yan olan ihtiras körüklenmeyeceğinden, global kimi sorunlar da önlenebilir olacaktır. Bunların başında sömürgecilik gelmektedir. Kendi kaynaklarını yeterli görmeyen ve gücü elinde bulunduran kimi devletler geçmişte doğrudan, günümüzde de dolaylı bir şekilde bu çarkı işletmeye devam etmektedirler.
Geçmişte zorla köleleştirilen insanlar, bugün bir yandan ellerinde bulundurdukları güçlü ordularla, bir yandan da gerçekte kendi çıkarlarına hizmet eden, piyasa ekonomisi, serbest ticaret, liberalizm gibi ekonomik; demokrasi, insan hakları gibi siyasi zorlamalarla bu ülkelerin işleyişine müdahale etmektedirler. Bir başka deyişle kölelik ya da mandacılık kalkmadığı gibi devlet düzeyine taşınmıştır. Sözgelimi bugün çoğu Arap ülkesindeki enerji kaynakları düzeni kuran ülke şirketleri tarafından işletilmektedir. Görünüşte serbest ticaretin bir gereğidir ama serbest ticaretin kuralını da kendisi koymuştur ve bugün itibariyle lehine işlemektedir. Hammadde kaynağı elinde olan ülkelerden herhangi birisinin; 'Efendim, ben artık kendi teknolojimi geliştirdim, size ihtiyacım kalmadı, kendim çıkarıp pazarlayacağım' diyebilme güç ve kabiliyeti yoktur. Nitekim bu konuyu pazarlık masasına koyan Kral Faysal'ın akıbeti hiç de iyi olmamıştır.
Bu aç gözlülük yeryüzündeki dengeyi de bozmaktadır. Nitekim 'haddi aşan', ‘yaratılış düzenine müdahale eden’ insanlık, bizzat kendi eliyle kendi sonunu hazırlamaktadır. Zira akla hayale gelmedik çevre sorunları ve hastalıklar bir yana; dünyayı defalarca yok edecek kitle imha silahlarını yine insan bizzat kendisi üretmiştir. Bakın faiz bizi nerelere götürdü.