Döktün yaprağımı, kırdın dalımı
İstiyorum vermiyorsun ölümü oyy
Hemi ayağımı hem de kolumu
Çırpını çırpını yordun ah kader
Celil Çınkır'in çıkardığı Andırınlı Aşık Ali Demir, hikayeli şiir kitabının içinden seçtiğim bir dize bu.
Andırınlı Aşık Ali Demir'i anlatmaya, onun acısına şahit olmuş biri olarak böyle bir şiiriyle başlamak istedim.
1987 yılında Kadirli lisesi ikinci sınıfa gidiyordum. Aşık Ali amcamın vefatından bir iki gün önceydi. Hastalığı artmıştı. Ilaç kullanmadığı zaman idrara çıkamıyordu. Elleri ve ayakları şişiyordu. Arada onu şişen parmaklarını seyrederken görüyordum. Kendisinde endişe ve düşünce hali hakimdi. Sessizce ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarından aşağıya süzülüyordu ve ağlamasını saklama gereği duymuyordu. Bazen altı yaşındaki kızı Ülkü'yü çağırıyor, babaya bir göz ver bakalım diyor, sonra onu gözlerinden öpüyordu. Ülkü odadan çıktıktan sonra ise ağlamalarına devam ediyordu. Bazen iç çekiyor, sana doyamayacağım Ülküm, diyordu.
Yarıyıl tatili başlamıştı. Köye gidecektim. Bir taraftan eşyalarımı topluyor, bir taraftan amcamın hallerini takip ediyordum. Hastalığı ve üzüntülü hali beni tedirgin ediyordu. Onu böyle bırakıp gitmek istemiyordum.
Amcam bana değer verir, beni konuşturur, düşünce ve kişiliğime saygı duyardı.
Okul, mektep görmeden, engeline rağmen kendisini güzel yetiştirmiş kıymetli bir insandı. O zamanlar kitap bulmak öyle kolay değildi. Daha önceki yazımda belirtmiştim; deyim yerindeyse kuş uçmaz kervan geçmez, bir yerde büyümüştü. 1948'de doğan Andırınlı Aşık Ali için, diyorum bunları.
Kendi bedenimden, kendi akrabamdan böyle değerli birinin bulunması beni onurlandırıyordu. Düşünce ve duygularımı kendi çevremden çok az insanla paylaşabiliyordumki, bunun biri de rahmetli Aşık Ali amcamdı. Amcam, okuyan, gezen ve yazan bir insan olarak düşüncelerimi paylaştığım yegane insanlardan biriydi.
Çantamı hazırlayıp kapının ağzına koydum. Kapı eşiğine oturup amcamla nasıl vedalaşacağımı düşünmeye başladım. Zor olan, amcamdan helallik istemekti. Hakkını helal eyle, diyecek olursam amcama ölümü hatırlatmış olacaktım. Bu da onu üzer diye düşünüyordum. Bu düşüncelerle kapı eşiğinde bir süre oyalandım. Sonra kendimi toplayıp odaya girdim. Allah'a emanet ol amca, dedim fakat hakkını helal et, diyemedim. Içim hiç rahat değildi. Çünkü bu iyi bir veda olmamıştı. Spor ayakkabımın tekini giymiştim. Sonra giydiğim ayakkabıyı çıkarıp amcamın yanına tekrar vardım.
Amca dedim, Allah'a emanet ol. Ellerini elime aldım hürmetle alnıma götürdüm. Çok bitkindi. Hakkını helal et sözünü söylemek ne kadar zormuş. Söyleyemedim bir türlü. Kapıdan birkaç kez döndüğümü hatırlıyorum.
Köye gelişimin ikinci günü, gece yarısında amcamın vefat haberi geldi. Onu şimdi kitabındaki şu dizeleriyle yad ediyorum:
Yalan dünyaya gelenler
Gelir gider yaşar bir gün
Ezrail'in pençesine
Nasıl olsa düşer bir gün
Bu yol biter gede gede
Nefis deniz, sabır ada
Ömür kazanı dünyada
Olakine taşar bir gün
Hakk'a bağla nazarını
Say cumanı pazarını
Üç beş kişi mezarını
Nasıl olsa deşer bir gün
Kimi ağlar kimi söğler
Kimi güler zevkin eğler
Gafil gezen bizim beyler
Muallakta şaşar bir gün
Belki benden usanıyon
Dünyayı baki sanıyon
Fakat şeytana kanıyon
Aşık Ali coşar bir gün
Coştun mu şimdi amca, diyorum. Çünkü biliyorum ki Hz. Muhammed Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem:
Ümmetimin ayağına diken batsa, günahına kefaret olur, buyurmuş. Sen yürüyemedin ki diken batsın. Baki alem nasılmış amca? Bir haber ver bize ordan! Ama mümkün mü?
Bir gün bir sabah vakti, soba başında oturuyoruz. Aşık Ali Amcam, yengem ve ben. Amcam, yengemin ikinci eşi idi. Yengem, ilk eşi rahmetli olunca dört çocukla ortada kalmış. Annem, evlenip bir yuva kurmayı çok isteyen amcama, dul komşusu Şenay hanımı tavsiye etmiş. Dul ve fakir bir kadın olmak, eğer içinde oturacağın bir evin bile yoksa, üstelik dört küçük yetim senin eline bakıyorsa, zor iş. Yengem, amcamla evlenmeyi tek çıkış kapısı görmüş.
Amcam Aşık Ali Demir, yengeme dedi ki:
Şenay! Mahşer günü Allah sana Ali'yi mi yoksa öteki eşini mi istiyorsun, derse hangimizi isterdin?
Yengem kısa bir süre düşünüp:
Çocuklarımın babasını Ali'm, dedi. Yani eski eşini. Amcam yüksek sesle:
Vallaha Şenay ben sırtına binerim, dedi.
Şimdi şiirlerine bakıyorum da tüm aşk şiirlerini, eşine yazmışsın gibi geliyor bana.
Allah'ım bu ne iş, bu nasıl alem?
Vereyim canımı yolunda ölem
Yazıyor elinde bir dolma kalem
Ismin ney, dedi yar bana bana
Istanbul Izmir'i, başkent Ankara
Berlin Moskova Kahire Roma
Paris Vaşington Delhi Londra
Dolaşsam benzer yok, yar sana sana
Aşık Ali söyler amanın eller
Gördüm melek sandım ne güzel güller
Mızrabın elinden perişan teller
Diyor ki bağlama vur bana bana