Daha önceki değerlendirmelerimizde sözünü ettiğimiz global oyunda artık Türkiye de bir aktör... Tribünlerden inmiştir bir başka deyişle... Soğuk savaş sonrası bir 10 yıl ne yapacağına karar verememişse de son 20 yıldır epeyce kendinden emin gözükmektedir. Bunu malum çevreler de gördü ki; 15 Temmuz’a kadar varan atraksiyon içerisine girdiler. Hala da saldırılar çeşitli boyutlarda, içeride ve dışarıda devam etmektedir. Eski anlayışı temsil eden partilerin tasfiye edilmesiyle birlikte Türkiye kararlı, dikkatli ve kendinden emin adımlar atmaya başlamış, başta zihniyet değişimi olmak üzere hemen her alanda attığı yerli ve milli adımlar muhatapları Türkiye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye zorlamıştır.
Çin’in, nüfusunu bir güç olarak kullanması gibi Türkiye de stratejik coğrafi konumunu gönül coğrafyasındaki ‘nüfuzu’ harekete geçirerek küresel oyuna katılmıştır. Artık bölgesinde ve bölge bağlamındaki global projelerde hiç kimse Türkiye’nin varlığını gözardı edememektedir. Çünkü Türkiye’nin ‘ne diyeceği’ hesabedilmeden atılan adımın başarı şansı düşüktür. Hatırlarsanız İkinci Dünya Savaşı sonrasında hukuken bize ait olan Oniki Adanın müzakeresine bile davet edilmemişti Türkiye… Çünkü o gün Türkiye’nin ‘ne diyeceği’nin bir önemi yoktu. Diyemedi de zaten… Türkiye bugün eski Osmanlı periferisi ve hinterlandında, İslam dünyasında, Türk dünyasında, hatta kutuplarda bile kendisini hatırlatan bir devlettir. Bunu Amerika biliyor, Rusya biliyor, Çin biliyor. Avrupa Birliği de biliyor, şimdilerde Avrupa Birliği’nden ayrılmış olan Birleşik Krallık (İngiltere) da...
Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği temkinli dış politika bütün bu aktörlerle iş birliğini sürdürmesine de imkân veriyor. Sözgelimi bütün ihanetine rağmen kâğıt üzerinde de olsa ABD ile stratejik müttefikliği (!) devam ettirmeyi şimdilik gerekli buluyor. Bir yandan da güvenlik endişeleri nedeniyle Amerika’nın onca tehdidine ve ambargosuna rağmen, S400'lerin temini konusunda geri adım atmıyor. Üstelik her iki taraf da biliyor ki; S-400’lerin edinilmesi Amerika’nın Türkiye’ye dönük tehditlerine ilişkindir. ABD kendisine karşı stratejik bir denge olan bu gücün Türkiye’nin elinde olmasını istememektedir. Bu yüzden Türkiye’nin vereceği en küçük bir taviz açıklanabilir değildir. Nitekim Cumhurbaşkanı Biden ile olan görüşmesinde bu konuda son derece sağlam durmuştur. Ama bana göre konunun masaya getirilmesi bile bir zaaftır.
Suriye’de, Libya’da hiç de anlaşamadığımız Rusya’dan bir yandan S-400 temin edilirken, çeşitli düzeylerde ve bölgelerde çatıştığımız ya da bölgesel çatışmalarda karşı karşıya gelen silah sistemleri veya Türkiye’nin Karabağ’daki etkinliği, Azerbaycan’la yaptığı güvenlik anlaşması (Şuşa Beyannamesi), Azerbaycan’a üs kurma çalışmaları gibi hususlar Rusya ile nükleer santral inşaasına engel olarak görülmemektedir. Üstelik Türkiye bu ülkeye karşı politika yürüten, hatta çatışan Ukrayna, Polonya, Macaristan, Litvanya gibi ülkelere stratejik silahlar satmakta, anlaşmalar imzalamaktadır. Ebedi ve bir bütün düşmanlık yerine iş birliği ve rekabeti tercih ediyor Türkiye... Şimdilik sonuç aldığı da gözüküyor.
Durum Çin ile ilişkilerde de çok farklı değil... Coğrafi uzaklık nedeniyle bölgesel politikalarda olmasa da bir kuşak bir yol projesi çerçevesinde ABD ve AB’nin bütün karşı çıkmalarına rağmen demir ipek yolunu hayata geçirme yönünde önemli adımlar atıyor. Londra’dan kalkıp Pekin’e kadar gidecek olan trenin Türkiye ayağı tamamlanmış olup deneme seferleri bile başlamıştır. Türkiye bu hattın hemen hemen orta koridorunda olup, stratejik coğrafi pozisyonu temsil etmektedir. Türkiye’deki aralarında Avrasya Tüneli, Boğaz tüp geçişi, Osmangazi köprüsü, Üçüncü Köprü, İstanbul Havalimanı, oluşturulan lojistik merkezler, İzmir-İstanbul ya da Kuzey Marmara otoyollarının da yer aldığı oto yolları ve karayolu bağlantıları gibi çeşitli mega yatırımların da bu projenin bir parçası olduğu yönünde önemli iddialar vardır.
Kanal İstanbul da bu büyük oyunun bir parçasıdır. Çünkü değişen ticaret yolları bakımından bir geçiş güzergahı olan bu coğrafya için İstanbul ve Çanakkale boğazları yeterli gelmeyecektir. Nitekim bugün bile gemi geçişleri limitlerin üzerindedir. Zira yılda 25.000 civarında güvenli geçişlere uygun boğazlardan günümüzde yılda 40-45 bin gemi geçmektedir ve bu gemilerin tonilatosu her geçen gün büyümektedir. Durum böyle değerlendirildiğinde hangi sebebe binaen ve kim adına bu projelere karşı çıkıldığı daha anlaşılır olmaktadır.
Konu global hakimiyetle ilgili olup, artık ekonomik ve askeri olarak da bir denge unsuru olan Çin, yanına bölgesel aktörleri alma gereği de hissetmektedir. Rusya her ne kadar farklı bir strateji izliyor gözükse de aralarında Sibirya’nın da olduğu anlaşmazlıklara rağmen, Çin ile birlikte başat rol oynama çabasındadır. Ancak Rusya şu an itibariyle çok önemli askeri güç olma niteliğini devam ettiriyor olsa da ekonomik sorunların üstesinden gelme derindedir. İşbirliğinin kısıtı ise, güzergâh üzerindeki ülkelerin arasında, kimisi savaşlara bile yolaçmış derin sorunların varlığıdır.
Böylesine hayati bir projede en kritik coğrafyada yer alan Türkiye’nin Çin’den çeşitli talepleri de olacaktır elbette... Bu taleplerden birisinin de Doğu Türkistan’daki soydaş ve dindaşlarımıza ilişkin olmayacağını, böylesine stratejik ve kritik hatta ‘yeni soğuk savaş’ diyebileceğimiz birliktelik içerisinde Çin’in Türkiye’nin talebini bir bütün olarak reddedeceği gibi bir durum söz konusu olamaz. Durum bir miktar zamanlama ile ilgili olup Türkiye’nin zamanı geldiğini düşündüğünde mevzu bahis türden kritik bir adımları atmayacağı düşüncesi üslendiği misyonla bağdaşmaz. Hem böylece de Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz, bugünkü Ortadoğu devletleri gibi Amerika’nın ya da mevcut durumda olduğu gibi Çin’in inisiyatifine değil, Türkiye’nin dost eline yaslanmış olacaklardır. Biraz sabır demekte yarar vardır Sevgili Doğu Türkistanlı ve Doğu Türkistan’ın kutsal davasına inanmış kardeşler...