Bunca yaşıma rağmen bir türlü yaylaya çıkmak nasip olmamıştı. Fırsat bu fırsat deyip ailecek yaylaya çıkmaya niyetlendik. Pazartesi sabahı erkende kalkıp kahvaltıdan sonra yola koyulduk.
Görele’ye indikten sonra yönümüzü Doğu’ya verdik ve beş on dakika sonra Çavuşlu’ya vardık. Çavuşlu, Görele’ye bağlı bir nahiye olup ekmeğiyle ünlü bir yerleşim yeri. Aslında ekmek denilince akla Çavuşlu gelmesi gerekirken nedense Çavuşlular bu ekmeğe fazla sahiplenemediklerinden Vakfıkebir ekmeği daha çok duyuluyor.
Çavuşlu ekm
Çavuşlu ekmeğini, Vakfıkebir ve diğer ekmeklerden ayıran özellikleri başta fırın olmak üzere suyu, odunu, unu, mayası, havası, şekli, ağırlığı ve pişiren ustasıdır.
Çavuşlu, Giresun ile Trabzon arasında geçiş noktasında olduğu için hem tarihi olarak hem de konum olarak önemli bir yerleşim yeridir. Ayrıca tarih boyunca da nüfus geçişinin olduğu bir yer olan Çavuşlu bir rivayete göre Timur’un Altınordu devletine saldırısı üzerine, oralardan kaçan bir Çuvaş Türk’ün buraya yerleşmesinden dolayı bu adı almıştır.
Aslında Çavuşlu bir kültür merkezi. Buranın iyice araştırılıp gizli ve saklı kalan kültürün gün yüzüne çıkartılması gerekir. Bu ufacık yerleşim yerinde nice türküler çıkmış. Ama biz bu türkülerin ne adını biliyoruz ne de tarihini.
Çavuşlu’yu geçtikten hemen sonra Eynesil’e vardık. Eynesil, Giresun’un doğu kalesi gibi. Trabzon iline sınır olan Eynesil adını “İyi Nesil”den geldiği ve buraya ilk yerleşenlerin Çepniler olduğu rivayet edilmektedir. Aslına bakarsanız Çepniler Ordu’dan itibaren Giresun ve sınır ilçeleriyle Trabzon’un Beşikdüzü ve Vakfıkebir ilçelerine kadar yerleşmişlerdir. Zaten Beşikdüzü ve Vakfıkebir kültür olarak da Trabzon’un diğer ilçelerinden farklılık göstermekte. Bu ilçelerin yer adları bile Çepni kültürüne yakın olmakta ve Türk adları olduğu çok da aşikârdır.
Eynesil’i geçtikten sonra Trabzon il sınırına girdik. Trabzon bizi Beşikdüzü ilçesiyle karşıladı. Ama biz Beşikdüzü’nün içine girmeden hemen denizden içeriye doğru yani güneye yol almaya başladık. Buradan doğru Sis Dağına çıkacaktık.
Sis Dağına çıkmadan önce yolumuz Şalpazarı’nda geçiyor. Şalpazarı, tamamen Çepni kültürüyle yoğrulmuş. Zaten ilk zamanlar Giresun’a bağlı Görele’nin bir köyü olan Şalpazarı da Çepni Türklerinin önemli bir yerleşim yeri. Yukarıda da belirttiğim gibi buralardaki yer adları tamamen Türk adları olup buraların Trabzon kültüründen ziyadesiyle farklı bir durum arz etmekte.
Hem etnik olarak hem kültür olarak hem de coğrafi olarak bu bölge Trabzon’dan farklı olup eski adıyla Şehr-i Çepni olan Giresun kültürüyle tamamen örtüşmekte.
Sis Dağı’na varmad
Suyun çıktığı yer bile bir harabe olması ve yollarda da çöplerin kötü görüntü oluşturması buranın güzelliğine ve kültür yapısına gölge düşürmekte. Yetkililerin bir an önce bu olumsuzlukları ortadan kaldırması gerekmektedir. Yeşilliğin boğulduğu bir yerde böyle çirkin bir görüntünün oluşması buraya popülist bir yaklaşımda bulunulduğunu düşündürmekte.
Artık Sis Dağına çıktık. Türkülere konu olan Sis Dağı. Ne güzel söylüyor Sis Dağına çıkan âşık ozan sevdiği hakkında;
“Ah Sis Dağı Sis Dağı
Dımanın benim ile
Canım ayru geziyu
Urufum senin ile
Sis Dağı beri bakar
Suyu bulanuk akar
Verin bana yarımı
Sizi yıldırım yakar.”
Ya “Asiye”türküsüne ne demeli? Klasik türküler arasına giren “Asiye”de Sis Dağı çok güzel şekilde tarif edilirken Nazlı Yar da sevdiğini ne hallere sokuyor;
Sis Dağının başları
Kesme kesme daşları
Adamı öldürüyü
Nazlı yarin gaşları
Oğol Nazim'im oğol
Oy Asiye Asiye
Tütün goydum kesiye
Anan seni verecek de
Bir evlek pirasiya
Oğol Nazim'im oğol
Sis Dağının başları
Püfür püfür esiyu
Baban bu yıl gurbanı
Çifter çifter sesiyu
Oğol Nazim'im oğol
İ
En yüksek yeri 2182 metre ama biz 1976 metreye kadar çıktık. Bulunduğumuz Eynesil Obası tamamen düz bir alanda ve alabildiğine güzel. İnsan burada kendini çok zinde hissediyor. Buralarda insan kolay kolay hasta olmaz. Buranın havası da suyu da insana şifa gibi gelir.
Bununla da kalınmamış yerlerde de çer çöpler var. Her tarafa bilinçsizce atılmış çöpler atılmış durumda. Ayrıca umumi tuvaletler bile tiksinti verecek durumda.
Güzelim yerleri bile bu hale getirmekte geri kalmıyoruz. Bu yerlerin kıymetini elimizden çıktığı zaman mı anlayacağız?
Her neyse fazla derine girmeyelim. Sis Dağına çıkınca mutlaka burada et yiyin. Buralarda yetişen hayvanların etleri suyundan, havasından, toprağından dolayı leziz olmakta. Sis Dağının havasında yenen et leziz olmanın yanı sıra hazmedilmesi kolay oluyor.
Biz orada yemeklerimizi yerken birkaç tane genç orada aletleriyle ölçümler yapıyorlardı. Merakımdan dolayı o gençlerin yanlarına gittim. Kendilerinin Valilik tarafından görevlendirilen Harita Teknikerleri olduğunu öğrendiğim, biraz laflayalım istedim.
Sis Dağı’nda iki, üç saat kaldıktan sonra bu kez geldiğimiz yoldan değil Çavuşlu’nun köylerinden doğru geri dönüyorduk. Biz fındığı bitirmiştik ama buralarda hâlâ fındıkla uğraşanlar da vardı. Herkes fındığını bitirmenin telaşı içinde biz yolumuza devam ederken Doğu Karadeniz’in her yeri güzel ama farklı güzellikte.
Bizim memleketin her yeri güzel. Ama kıymetini bilemiyoruz. Artık derelerimiz eskisi gibi gür akmaz oldu. Buralardan da balıklar da çıkmaz oldu. Kimyevi gübreler doğanın yapısını tamamen bozmuş durumda. Bir taraftan gübre bir taraftan da bilinçsizce yapılaşma doğanın güzelliğini ve çekiciliğini ortadan kaldırıyor.
Hem devlet olarak hem de millet olarak suçluyuz. Devlet halkını bilinçlendirmiyor, millet de har vurup harman savuruyor ve güzellikleri harcamakta birbirleriyle adeta yarış ediyorlar. Çöplerini dereye atmakla kalmayan halk çekyat, dolap, televizyon gibi eskimiş eşyalarını da derelere atmaktan hiç sıkılmıyor.
Devlet buna bir an önce el atmalı ve dereleri, toprağı, yeşilliği kirleten, yok edenlere belli yaptırımlar yapmalı. Ayrıca kesinlikle kimyevi gübreler kaldırılarak organik gübreler kullandırılmaya teşvik edilmeli.
İşte memleket maceram şimdilik bu kadar. Bu sene görmediğim yerlere gittim ve bunu sizlerle paylaştım.
Önemli olan baklavayı görmek değil onun tadına bakmak ve yemek. Onun için derim ki, siz siz olun mutlaka Doğu Karadeniz’i gezin. Doğu Karadeniz güzellikleriyle, kültürüyle, sazıyla, sözüyle, lezzetleriyle saklı bir yer.
Doğu Karadeniz fındığıyla, yağıyla, çayıyla, kirazıyla, ekmeğiyle, kemençesiyle, ıslığıyla, tarihiyle, diliyle, oyunlarıyla kısacası her şeyiyle farklı. Siz de bu farkı mutlaka fark etmelisiniz.
Benden size bir tavsiye; ömrünüzde bir kere olsun tatilinizi buralarda geçirin. Yoksa kaybedeceğiniz çok şey olabilir.