Doğa belgesellerinin, pek çok bakımdan pagan metinler olduğunu hiç düşündük mü, merak ediyorum doğrusu.
Doğa belgeselleri, aslında kendi dili ve doğasıyla tabiatı ve hayvanlar âlemini anlatmaz bize: Bizi anlatır; bizim dünyamızı. Hayvanlar "ehlîleştirilir", insana yakınlaştırılır, hatta insansılaştırılır.
O yüzden tabiatı ve hayvanların kendi dünyasını anlama kaygısı güdülmez; tabiata ve hayvanların dünyasına insanın dünyası giydirilir; tabiî ki batılı seküler-çatışmacı insanın. Burada enteresan bir temsil (yeniden-sunum) problemi vardır: Tabiat ve hayvanların dünyası olduğu gibi sunulmaz bize: İnsanların dünyası, tabiat ve hayvanları üzerinden yeniden-sunulur. Antroposentrizm (insanın her şeyin merkezine yerleştirilerek tanrısal bir konum biçilmesi) tabiatın ve hayvanlar âleminin bir kez daha insan tarafından kontrol ve kolonize edilmesinin yegâne aracı ve dili'dir burada.
Bu belgesellerde Hıristiyan sembolizmiyle karışık pagan bir kodifikasyonun atlan alta işlediği görülür: Tabiat, Ana'dır. Hayvanlar ona emanet edilmiştir. Tabiat Ana, cömerttir; doğurur, üretir ve besler; esrarengizdir, tehlikeler barındırır, şimşekler çaktırır, fırtınalar estirir, sıcaktan, soğuktan ve kuraklıktan öldürür vs.
Tabiat Ana, "Dişi Tanrı"dır. Hatta belgesellerde tabiatın bu tür tanrısal niteliklerine sık sık vurgu yapılır. Hıristiyanlık'ta bulduğumuz bu özellikler, esas itibariyle pagan Antik Yunan mitolojisinden ve panteonlar dünyasından Hıristiyanlığa tevarüs etmiş, sızmış ve köksalmıştır.
Peki, Tabiat Ana, "Dişi Tanrı"ysa, bu belgeselleri yapan, kuran, kurgulayan göz ve aklın sahibi insan nedir, öyleyse? Tam da Pagan kültürün Hıristiyan teolojisine ve terminolojisine sirayet ettiği şekliyle insan, "Tanrı Baba"dır. (Bunun, 1960'ların ve 1970'lerin Yeşilçam sineması'na, çocuk kahramanlara "Allah Baba"' dedirtecek kadar girebilmiş olması, nasıl bir şeydir; yeni-sömürgecilikle ne tür bir ilişkisi vardır acaba, diye biraz düşünmek gerekiyor). Tabiata hükmeden, müdahale eden, tabiatı kontrol eden ve değiştiren, istediği şekilde kullanan, hatta tahrip etme kudret ve kuvvetini ("çocuksuluğunu") gösteren odur; yani büyük İ ile İnsan'dır.
İnsanın tahripkârlığı, tabiatı nasıl tahrip ettiği pek verilmez; aksine, bu belgesellerde resmedilen doğa, keşfedilmemiş fakat keşfedilecek yeni bir kıta (terra ingognita) olarak resmedilir. Bir yandan tabiat, doğal hâliyle gösterilmeye çalışılır; öte yandan da, böyle yapmakla, keşfedilecek şeyi keşfedebilecek aktörün sadece insan (tanrısal güç sahibi bir aktör) olduğu örtük bir şekilde zihinlerimize kazınır. İnsanın hayatın ve her şeyin merkezine yerleştirilerek tanrısal bir konuma yükseltilmesi demek olan antroposentrizm, burada da hükmünü icra eder bir kez daha.
Mesele çizgi filmlere, çocuk filmlerine geldiğinde, iş, daha da çetrefilleşir ve çığırından çıkar: Çocuk filmlerinin, çizgi filmlerin büyük çoğunluğu, hayvanlar üzerinden kurgulanır: Hatta bu filmlerin ana veya yan karakterleri büyük ölçüde görünüşte "hayvan kahramanlar"dan seçilir. Böylelikle hayvanların masumiyeti ve saflığı ile çocukların masumiyeti ve saflığı eşitlenerek, hayvanların üzerinden çocuklara her tür kültürel kodlama ve anlamlandırma biçimi dolayımlaması yoluyla tam bir kültürel bombardıman yapılır.
Sonuç itibariyle, bu tür filmlerde yapılan şey, hayvanları insanlaştırmaktır: Bu filmlerde, hayvanlar, insanlar gibi konuşur, insanlar gibi yer, insanlar gibi kavga eder, insanlar gibi hayat sürdürür, insanlar gibi bir hayat tarzı seçer; özetle hayvanlar gibi değil, insanlar gibi yaşarlar.
Meselenin problemli yanı işte burasıdır: Hayvanlara yüklenen roller, kimi zaman, süper-zeki, hatta "süpermen" insan rolleridir; kimi zaman, saf, salak, asalak, tembel, düşük-zekâlı insan-rolleri. Sonuç, tıpkı doğa belgesellerinde olduğu gibi, çocuk filmlerinde veya çizgi filmlerde de hayvanların dünyası kontrol altına alınır, kolonize edilir ve yok sayılır / yok edilir.
Tabiî çocuk filmlerinin ve çizgi filmlerin doğa ve hayvan belgesellerinden açıkça çok daha tehlikeli tarafı, hayvanlar üzerinden çocuklara belli bir kültürün, hayat tarzının, zevklerin, beğenilerin, elbette ki belli bir ideolojinin, ikonolojinin ve mitolojinin (ezici çoğunlukla seküler Batı kültürünün ve çatışmacı, gücü, parayı ve güç sahibi lmayı kutsayan kapitalist sembolik anlam haritasının) empoze edilmesi, enjekte edilmesidir. Böylelikle, sadece hayvanların dünyası değil, çocuklar ve çocukların dünyası da bizzat yetişkinler tarafından kontrol altına alınır, yönlendirilir, biçimlendirilir ve kolonize edilir.