“Doğru söyleyeni, dokuz köyden kovarlar” diye atasözümüz var. Bu atasözünü her duyduğumda veya köyden kovulmamak için yalan söyleyenleri gördüğümde gayri ihtiyari tebessüm ederim. Hayat tecrübemiz şunu gösterdi ki, doğru söyleyenler için her zaman onuncu köy bulunmaktadır. Endişeye mahal yok.
Dobra insanlar, bu özelliklerini kaba bir şekilde göstermiyorlarsa baş tacı edilmelidir. Anadolu insanı olarak genelde sözünü dolandırmadan söyleyen, deyim yerinde ise lafı gediğine koyan insanları seviyoruz. Hatta “Dobra dobra insandır” sıfatını hak ederek yaşamayı istiyoruz diye bir genellemede bulunsam yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Fakat çoğu zaman sevmek tek başına yeterli olmuyor maalesef. Çünkü dobralık bazılarımızda fıtraten mümkün olmuyor. Bazılarımız çok istese de dobra insan olmanın sanıldığı kadar kolay olmadığını çabuk anlıyor ve bu işten hemen vazgeçiyor.
İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplum içinde yaşamanın en temel şartı ise dengedir. İnsanî ilişkilerde her tavrın, her tutumun denge ve ahenk içinde olması, sınırlarını aşmaması gerekiyor. Nasıl olsa dobralık iyi diye, neyi ne zaman söyleyeceğimize dikkat etmezsek, eskilerin tabiri ile ağzımızda bakla ıslanmazsa bizi bekleyen en büyük tehlike güvenilmez bir insan olup çıkmamızdır. Güvenilmezlik zamanla etrafımızın yapayalnız kalmasına sebep olacaktır. Unutmamak gerekir ki, patavatsız adı verilen insanlar, toplum içinde en itici gurubu oluştururlar. Ölçülü davranmaya, dengeli olmaya, zamanlamaya, usule, adaba riayet etmeye mecburuz.
Müslüman, eli ve dili ile başkalarının kendini güvende hissettiği insandır. Tatlı dilli, açık ve doğru sözlü olmak Müslüman için önemli bir karakter yansımasıdır. Hele hele bir yanlışı gizlemek doğru bir davranış biçimi değildir. Ancak bunun da bir ölçüsü, kıvamı vardır. Her işimizde olduğu gibi, amacımız üzüm yemek olmalı asla bağcıyı dövmek niyeti taşımamalıyız. İsra Suresi’nde (A:53) şöyle buyrulmaktadır: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açık bir düşmanıdır.”
İslam’ı tebliğ etmenin temel şartı, hal ve hareketlerimizle Müslüman’ca yaşamaksa, ikinci şartı da tatlı dilli güler yüzlü olmaktır. İnsan olarak en çok zorlandığımız kısım ciddi olmakla somurtmayı, şaka yapmakla laubali olmayı ayıran o çizgiyi kaçırmamızdır. Hayatımızda bu iki hususu içselleştirebilsek birçok sıkıntının kendiliğinden ortadan kalktığını göreceğiz.
Bir kimsenin sözünde doğru olması yanında iç dünyasında da dürüst olması, hakikati ifade etme niyet ve isteği taşıması gerekir. Hz. Peygamber (SAV): “Allah sizin bedenlerinize (şekillerinize) ve mallarınıza değil kalplerinize ve amellerinize bakar” buyurmuştur. İyi niyetle çıkılan yolda, güzel ahlak, tatlı dil ziynetimiz olmazsa başarıya ulaşmamız mümkün değildir.
Sonuç olarak, Müslüman, merhametli, hassas bir gönle sahip olmalıdır. Beraber yaşadığı, birlikte mesai harcadığı arkadaşlarına makamının getirdiği mesafeyi korumakla birlikte ayırım yapmamalı, onların haklarını kendi haklarından üstün tutmalıdır. Makamlar, koltuklar gelip geçidir, dostluklar bakidir. Arkamızı dönüp ayrıldığımızda veya o koltuk ve makamlardan indiğimizde kırdığımız dostları çok ararız.