Perşembe akşamı Diyarbakır'daydım. Diyarbakır Girişimci İşadamları Derneği tarafından düzenlenen iftara katıldım.
Van'dan Diyarbakır'a gelirken, refakat eden arkadaşlarla birlikte Nurşin'e uğrayıp, Şeyh Nureddin Efendi'yi ziyaret ettik. Simasına bir "Allah Adamı"nın güzelliği yansıyan bu insanın yanında kısa süre kalabildik ancak o kısa süre, çok uzun ve zor yıllar içinde ilim merkezi olma hususiyetini kaybetmeyen bu mekanda kalbi bir soluklanma oldu. Radyo konuşmalarımızı zaman zaman dinliyordu, "ses"imizin gönlünde bir yeri vardı, mutlu oldum. Suriye'yi merak ediyordu, iyi şeyler duymak istiyordu, dilim döndüğünce anlattım. Türkiye'nin İslam dünyasında üstleneceği misyondan ümitliydi, ben de o ümidini paylaştığımı ifade ettim. Bizi kapıya kadar uğurladı, duru simasında muhabbeti gördüm.
Akşam iftardaydık. 750 kişi davetliydi. Salon cıvıl cıvıldı. Tarım ve Hayvancılık Bakanı M. Mehdi Eker'in, Diyarbakır Valisi'nin, milletvekillerinin, BDP'li bazı belediye başkanlarının yanında, üniversite rektör, dekan ve öğretim üyelerinin, dini cemaatlerin temsilcilerinin de katıldığı kapsayıcı bir ortamdı.
Ben de bir konuşma yaptım.
Dedim:
-Ramazan ve İslam dünyası... Bu iki kelime bizim önümüze, bir "imtihan"ı koyuyor. Acaba "İslam barışı gerçekleşecek mi?" Evet böyle bir imtihanla karşı karşıyayız. İslam bizatihi "Barış" ve "güven" demek. Ama biz, işte en sıcak örneği Suriye'de barışı arıyoruz. Türkiye'de sancılarımız var, bir anayasa yapımı çalışması içindeyiz ve gerçek bir barış iklimini inşa etmek için uğraşıyoruz.
Dedim:
-Kur'an'da "Allah'a sarılın" çağrısı var. Allah'a sarılabilirsek, orada barış var.
Dedim:
-Ne çok Türk, Kürt konuşuyoruz. Ancak herkes bin yıl geriye doğru gitsin. Hangimiz hangi etnisiteye ait olduğumuzu kesin kesin ifade edebiliriz?
Dedim:
-Kabe'nin eteklerine tutunsak ve gönlümüzü Rabbimize raptetsek, orada Türklüğümüzü, Kürtlüğümüzü düşünür müyüz?
Dedim:
Bu coğrafya, 20'nci yüzyılın başında, istilacıların çıkarına göre tanzim edildi. Sınırları, sistemleri, hatta yönetim kadrolarının genel karakteri itibariyle. Şimdi normalleşmeyi arıyor, barışı arıyor. Bu bizim neslimize denk geldi, bana göre dünyaya İslam lazım, İslam'a da Müslüman lazım. Bizim sınavımız bu noktada gerçekten Müslüman olarak var olma sınavıdır.
İşte bu minvalde bir konuşma...
İftarda AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu da vardı, erken ayrılmak zorunda kaldı, son sözlerimiz "Görüşelim" oldu.
Görüştük. Sahuru birlikte yaptık, sağ olsun evinde misafir etti bizleri... Gazeteciler Yazarlar Vakfı'ndan Erkam Tufan Aytav ve Tercan Öztürk yanında Diyarbakırlı-Vanlı dostlarla birlikteydik.
İftar konuşmamda "Ne çok Türk ne çok Kürt diyoruz" demiştim ama Diyarbakır olunca bunların konuşulmaması da mümkün değil. Ortada bir "sorun" var çünkü. Ve o "sorun"un aciliyeti ile AK Parti bünyesinde siyaset yapmaya davet edilmiş, 13 aylık bir parti siyaseti denemesi yaşamış bir insan var.
Aşağı yukarı saat 01.15'ten 03.15'e kadar hem sahurumuzu yaptık hem sohbet ettik. Sorduk ve Galip Bey anlattı daha çok. Yer yer sahur sofrasını paylaştığımız Şahismail Bedirhanoğlu da sohbete iştirak etti.
O gün, AK Partili 30 kadın milletvekili Diyarbakır'daydı, ev ziyaretleri yapmışlardı, yani ortada soruna ilişkin bir AK Parti duyarlılığı vardı ama sorun da ciddiyetini korumaktaydı.
Galip Bey, AK Parti'nin bugüne kadar devrim çapında işler yaptığını anlattı ancak gelinen noktada başlangıçtakinden farklı bir "iktidar kullanımı" riskinin oluştuğunu ifade etti. "Kürtler'in algısı" noktasında yeterince hassasiyet gösterilmediğini söyledi "Bir kelime yıkıyor, bir kelime yapıyor, Kürtler'in duygu dünyası böyle" dedi. Başbakan'la iletişim kanallarının yeterince işlemediği izlenimi aldım. Galip Bey'in AK Parti'ye davet edilişinin, sorunun çözümü yönündeki katkısını sağlama amacı süreç içinde kayıp mı olmuştu acaba?
Çok şey konuştuk. Ben "Keşke bunları Sayın Başbakan'la konuşabilse" diye düşündüm.
Sahur sofrası güzeldi, "Beyce" idi. Sonra vedalaştık.
Ramazan'ı yaşıyoruz ve "İslam barışı" sınavımız içimizde duruyor