Son günlerde gerek görsel gerekse yazılı basında karşılaştığımız din odaklı tartışmalar, dinin, kurum olarak yer alması gereken konumda bulunmadığını ve dolayısıyla herkesin kendine yetecek oranda bunu, istifade malzemesi yaptığını gözler önüne sermektedir.
Yahudilik bir kavim dini olmak hasebiyle, dünya devletleri açısından bir bağlayıcılık arzetmemektedir. Yapısal bakımdan azınlık haklarının korunmasından öte bir etki oluşturma imkanı da yoktur.
Hıristiyanlık özgün biçimiyle laiklik ilkesinin getirildiği bir din olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak, kilise asıl niteliğini terk ederek yönetime egemen olmak istemiş, böylece dini bir araç olarak kullanmıştır.
Hakikatte barış ve sevgiyi getiren bu din, Orta Çağ boyunca savaş ve nefretin kaynağı haline gelmiştir.
O dönemde dinin sınırları belirlenmediği için, Kilise ve Feodal beyler arasında asırlar boyu süren savaşlara sebep olmuştur.
Daha sonra daraltılmış olmakla birlikte, sınırları konusu açıklık kazanmadığından, Batı’da Papalık halen en güçlü kurum olarak karşımıza çıkmakta, açık veya gizli birçok olaya dolaylı veya doğrudan müdahale etmektedir.
İslamiyet’e gelince, bilinmesi gereken bazı durumlar söz konusudur.
Burada üzerinde durulması gereken bir ayırım ki, İslamiyet’in düzen yönü ve din yönüdür.
Yapısal ve fonksiyonel açıdan, İslam Dini de diğer dinler gibi bir dindir.
Bunun yanında İslamiyet’in, bir de düzen yönünden söz etmek gerekir.
Ülkemizde, dile getirilmesi gereken meselelerden biri, aydınımızın İslam ile alakalı düşüncelerinde Batı tandanslı görüşlerin ağırlık arzetmesidir.
Orta Çağ Kilisesinin kutsallaştırdığı kuramlar süzgeçten geçirilmeden ülkemize aktarılmış ve aydınımızca da malesef kabul görmüştür.
Öyleki, İslam Dini bile bu kuramlara göre bir kalıba sokulmuş, böylece farkına varmadan dinin tahrifine yardım edilmiştir.
Müslüman yazarlar da bu minvalde yaptıkları yorumlarla İslam dinine yöneltilen ithamlara malzeme hazırlamaktadır.
İslamiyet diğer dinlerin aksine kendi kendisini yenileme yöntemi olan İçtihat kurumuna sahip olup, sorun onun özgün biçimini ortaya koymaktır.
Din, toplumu oluşturan bir kurum olarak ele alınıp sınırları çizilmediği müddetçe, bulunduğu konumuna meşruiyet kazandırmak isteyen kimselerce bundan böyle de çokca kullanılacaktır.
Temsil makamını deruhte eden Diyanet’in kaldırılması isteğinden, Kutsal kitabın miting meydanlarında malzeme yapılmasına kadar daha nice adım kaçınılmaz bir hal alacaktır.
Allah encamımızı hayreylesin!