TRT’yi DİRİLİŞ gibi bir dizi çektiği için kutlamak gerekir. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Türk televizyonculuğu, özünde birbirinin kopyası gibi duran, harcanan para ve rol alan oyuncuların popülerliği ile farklılık oluşturmaya gayret eden dizi çöplüğüne dönüşmüş durumda. Kanal sayısı arttıkça, kalitesi artması gereken diziler, reklam pastasından pay kapabilmek adına gerek senaryo, gerek oyunculuk olarak ahlaki kuralları hiçe sayıncaya kadar mücadeleye devam ediyorlar. Reyting denilen canavar uğruna, bu dizilerde toplumumuzun bütün kesimlerinde lanetlenen ensest ilişkilere bile yer verildi.
Yaklaşık 25 yıl önce (hafızam beni yanıltmıyorsa 1989 yılıydı) bu sitenin editörü Recep Koçak Bey’in isteği üzerine bir dizi film eleştirisi yazısı yazmıştım. O zamanlar beni teşvik etmek için Recep Ağabey’in spordan röportaja, filmden, aktüel olaylara kadar her konuda yazı yazdırdığını hatırlıyorum. Hatta film eleştirisi için bana bir yıl burs gibi para vermiş, bu parayla sinema bileti almamı, filmleri eleştirirken sinema salonlarında izleyicileri gözlemlemenin, canlı ve ilk elden tepkileri ölçmenin film eleştirisi bakımından önemli olduğunu da söylemişti. (Hoş, gençliğimizin verdiği heyecanla, kıyasıya eleştirdiğim film yazılarımın sonunu mutlaka makaslar, çekilen filmin Türk sineması açısından önemine değinir, başarılı oyunculukları överdi. Yazıyı okuyanlar da baştan beri inceden inceye eleştirilen filmin sonuçta yazar tarafından nasıl beğenildiğine (!) hayret ederlerdi.)
Bir filmi (veya diziyi) hangi gözle, nasıl eleştirebiliriz? Bu husus çok mühim. Çünkü bizdeki entel film eleştirmenlerine bakarsak, hiç düzgün film izleyemiyoruz demektir. Bir filmi eleştirel gözle izleyeceksek şu hususlara dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum:
1.Sağlam bir senaryo.
2.Bu senaryonun nasıl çekildiği? Yani yönetmenin bakış açısı. Bir örnek vermek gerekirse Türk sinemasının son dönem mihenk taşı kabul edilen filmi EŞKIYA’yı, aynı oyuncu kadrosu ve aynı senaryo ile Yavuz Turgul değil de Nuri Bilge Ceylan çekmiş olsaydı bambaşka bir film izliyor olurduk. Bambaşka cümlesini daha iyi bir film izlerdik anlamında söylemiyorum. Yönetmenin kare kare kafasında kurgulayacağı sahneler bakımından dile getiriyorum.
3.Oyuncuların filme katkısı. Yine Eşkıya örneğinden devam edersek, Şener Şen yerine Kadir İnanır başrolde oynasaydı filmden aynı tadı alabilir miydik?
4.Kötü rolü canlandıran kişinin inanılırlığı. Hatta bunun için iddialı bir tez de şudur: Bir film, kötü karakterin akılda kaldığı yer kadar öneme sahiptir. Eşkıya’da Berfo karakterini oynayan Kamuran Usluer’in muhteşem oyunculuğu filme ayrı bir değer katmıştır. Bu açıdan bakıldığında özellikle son dönem Amerikan filmlerinin bu denli yavan olmasının sebebidir kötü karakteri oynayan oyuncuların yetersizliği.
5.Yan roller ve yan hikâyeciklerin filmin bütünlüğündeki yeri. Eşkıya’dan devam ediyorum: Otuz beş yıllık aşkı anlatan filmde Uğur Yücel’in oynadığı rol ve büründüğü karakter, o aşkın nasıl şekillendiğini bize özetler. Sonuçta aşktan vazgeçmek için daha büyük bir aşka sahip olmamız gerektiğini bize öğretir.
6.Filmin çekim mekânı ve sonuçta görsel olarak izleyiciye aktarılan sahnelerin güzelliği. Eşkıya filminin final sahneleri evlerin çatısında değil de başka bir yerde geçseydi, o etkileyici son nasıl gerçekleşecekti?
7.Film içerisinde unutulmaz diyalog veya sahnelerin varlığı. Eşkıya’da Baran ile Keje’nin ilk karşılaştığı sahnedeki konuşmaları ve perde gerisinden Berfo’nun ağlaması nasıl unutulur?
8.Bunların dışında gözü ve kulağı tırmalayan, izleyici de rahatsızlık uyandıran ve seyrederken konudan kopartacak bariz hataların olmaması.
Diriliş’e dönersek, güzel senaryo, sağlam oyunculuk ve iyi görüntü yönetimi ile tebriki hak ediyor. Engin Altan Düzyatan’ın çarpıcı oyunculuğu göz kamaştırıyor. Ayrıca Türk sinemasının yetenekleri ölçüsünde hak ettiği değeri bulamayan aktörü Serdar Gökhan’ı kim akıl etmişse iyi olmuş demekten başka elimden bir şey gelmiyor.
Son bir anekdot, zannediyorum daha önce de bir kere daha geçti. Geçen bölümde cenaze namazı kıldıran imam da aynı hatayı yapınca yazmak elzem oldu: “Es-selamün aleyküm” diye selam verildi. Bu kadar basit hata beklemezdim. Doğrusu “Es-selamü aleyküm” olmalıydı. Konsept danışmanı dostumuz Prof. Ekrem Demirli’ye de duyurmuş olalım.