İmam Hatipliyim, mutlu ve gururluyum, huzurluyum.
Beş erkek kardeşiz, dördümüz imam hatip mezunuyuz.
Üç çocuğumun ikisi mezun, biri hala imam hatip sıralarında eğitime devam etmekte.
Bu yazıyı İmam Hatip okullarını sapıklığın kaynağı gibi gösteren pespaye sanatçının adını anmadan tamamlamaya çalışacağım.
Onun için de pek uzun bir yazı olmayacak.
Ama peşinen bu sütuna ve bana yakışmayan üslup ve kelimeler için okurlarımdan özür dilerim.
Yine de o müptezelin bütün fütursuzluğuna rağmen “anne” ve “eş” olmaklığından haddimi aşmamaya gayret edeceğim.
Meselenin, bu hadsizliği yapan sanatçı bozuntusunun psikopatik durumu bir kenara; eğitim, din, kültür, sosyoloji ve hukuk boyutunun yanında siyasi bir boyutu da var.
Ülkenin mevcut Cumhurbaşkanı ve selefinin yanı sıra birçok üst düzey kamu yöneticileri bu okullardan mezun.
Bu davranış alenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve tahkirdir.
Karşılığı da hukuk sistemimizde bellidir.
Seçkinlerin hukukunun üstünlüğünün bittiğini anlayınca bir özür beyanında bulunulmuş, ancak oda özrü kabahatinden büyük cinsinden.
“Daha iyi bir dil bulacağım.”; yani dindarlara ve dini kurumlara hakaret etmenin ve sonunda takibata uğramamanın bir yolunu bulacağım demek istiyor.
Merd-i Kıpti şeceat arz edeyim derken sirkatin söylemiş. Pavyon ve gazino sahnesini eğitime tercih eden bir aşüfte, ülkenin en güzide eğitim kurumlarına çamur atıyor.
Aslında ruhunu kuşatan cerahatin gayr-ı ihtiyari dışa vurumudur yaşanan.
Bununla belli bir kesimin de tercümanı olmuştur maalesef.
İmam Hatipler Türkiye modeli bir eğitim sistemidir.
Normal orta öğretim müfredatının yanında dini ve ahlaki eğitim de veren nadide kuruluşlardır.
Bu okulların serencamını ve Türkiye’de din eğitiminin nerelerden geçerek bugünlere geldiğini bilenler bilir, bilmeyenlere sivrisinek saz, davul zurna az.
1913’ten beri, halkın desteğiyle kurulan, ülkenin dört bir yanında, binlerce okulda on binlerce öğretmen, yüzbinlerce öğrenci, milyonlarca mezun ve aileleri ile ülkenin kültür mirasına ve manevi müktesebatına sahip çıkma mücadelesinin sembolüdür imam hatipler.
1926’da din görevliliği kadrolarının kısmen kaldırılması, 1927’de Şûrâ-yı Devlet’in aldığı bir kararla din görevliliğinin “me’murîn” sınıfından çıkarılması, 1929’da bu eğitimin sekteye uğramasına sebep oldu.
1927’de ortaokullardan, 1929-1931 yılları arasında ilkokullar ve öğretmen okullarının müfredatından din bilgisi dersleri de çıkarıldı.
1933’te İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi de kapatılarak Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu’nun âmir hükmüne rağmen ilk defa ülkede örgün din eğitim ve öğretimi tamamen sonlandırıldı.
1947’de toplanan CHP’nin 7. Kurultayı’nda Hamdullah Suphi Tanrıöver, din görevlisi sıkıntısının geldiği noktayı anlatmak için “ölüleri zamanında gömmek için imam bulunamadığı” gerçeğini dile getiriyor.(7. Kurultay Tutanağı, s. 457).
Aynı şekilde dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki de; “camilerde halka namaz kıldıracak, hutbe okuyacak imam ve hatip olmadığını, bazı köylerde cenazelerin kaldırılamadan günlerce ortada kaldığını” rapor ediyor.
Bu sosyolojik vaka ve hazin tablo büyük bir teveccühle iktidar değişikliği getirdi.
Yeni hükümet dini yaşantı ve eğitim alanındaki özgürlükçü yaklaşımının bedelini bir başbakan ve iki bakanının canıyla ödedi.
Peki, ya o müptezel. Konserde seyircinin kucağına oturan, sahnede LGBT bayrağı açan, giydiği kıyafetlerle hemcinsi sanatçıları bile isyan ettiren, milletin değerlerine karşı topyekûn savaş açmış şıllık, kendi sapıklıklarını dayatmak için mi ahlaklı gençler yetiştiren milletin okullarına dil uzatıyor.
"Dünyaya tekrar gelecek olsam; yine Atatürk çocuğu olmak, yine şarkı yazmak, yine şarkı söylemek isterdim.“ diyen çapalı provokatöre sanat camiasından Işın Karaca: '' Çocuklarımız var, ben bir kız annesiyim, böyle kıyafetler mide bulandırıyor, kadın eti bu kadar ucuz mu” diyerek haklı bir tepki koymuştu zamanında.
Bu kepazeliğe seyirci kalan muhalefet liderinin, tutuklanma talebi üzerine kükreyerek yargıya talimat yağdırması da gayet ironik bir durum.
Kasetleri milyon satan, şarkıları liste başı, üzerine ödül yağan bu objeyi böyle değerli kılan; söz yazarlığı mı, yorumu mu, yoksa sahnede sergilediği sapık figürler ya da teşhirciliği mi?