— "Ramazan geldi. İyiliklerde kat kat sevaplar, günahlardan % 100 arınma imkanı. Değerlendirin!"
Beşiktaş Müftülüğü onbeş farklı noktaya astığı afişlerle Ramazan'ın gelişini böyle sunuyor. Yukarıdaki, metnin düzeltilmiş hâli.
Aslı ise şöyleymiş:
— "Ramazan geldi. İyiliklerde kat kat sevaplar, günahlarda % 100'e varan indirimler. Bu fırsatı kaçırmayın!"
Bir semt pazarındayız sanki. Fatih'te Çarşamba günü kurulan halk pazarında...
Maaşlı din memurları kendi hâlinde yolda yürüyen zavallı halkın dikkatini çekmeye çalışıp onlara % 100 arınma imkânı bahşediyorlar. Din diliyle değil, piyasa diliyle. Hem de Beşiktaş'ta.
* * *
İndirimi kim yapıyor acaba?
Beşiktaş Müftülüğü mü?
Belki de Diyanet İşleri Başkanlığı?
Eğer öyleyse, kampanyanın kapsamını niçin genişletmiyorlar?
İndirimlerden sadece Beşiktaşlılar mı yararlanacak, yoksa bütün vatandaşlar mı?
Akla takılan bir başka soru da bu indirimlerin neyin karşılığında olduğu.
Öyle ya, bu % 100'e varan indirimlerden yararlanmak için ne yapacağız?
Muhtemelen ibadetleri artıracağız.
Daha çok kupon daha çok indirim, daha çok ibadet daha çok sevap!
Bu ağustos sıcağında kârlı bir alışveriş sayılır mı, indirimden yararlananlar söylesin!
* * *
Bu ilanı hazırlayanlar akılları sıra iyi bir şey yaptıklarını sanıyorlar.
Nedir o iyi şey?
Tebliğ. Yani insanları hakka, hakikate davet etmek.
Bir banka önündeymişiz gibi.
Bu bir davet dili değil, reklam dili.
En azından ürünün niteliğini önemsemeyen bir aymazlık.
Pazarlıyorlar, yani tabir-i diğerle, dini pazara doğru yuvarlıyorlar.
Kim yapıyor bu pazarlama işlemini?
Beşiktaş Müftülüğü. Yani dini pazara süren bizzat devletin resmî din kurumu.
* * *
"Ne mahzuru var? Başkaları istedikleri gibi tebliğ edebilirler, biz de böyle tebliğ ediyoruz" denilemez mi?
Denilir. Deniliyor da zaten.
Ancak unutmamalı ki yapılan tebliğ değil, sıradan bir pazarlama.
Kurumların ve ideolojilerin olduğu yerde gayet tabii 'propaganda' da, 'pazarlama' da olacaktır. Her iki kavram da esas itibariyle birer siyasî ve ticarî işlemden ibaret. Kendine özgü tekniklerden...
Ancak dinin olduğu yerde propaganda ve pazarlama değil, sadece 'tebliğ' sözkonusu olur. Çünkü hakikati duyurmak (hissettirmek) esastır tebliğde. Ulaştırmak. İşaret etmek. Yalnız tebliğ edecek olanın mevcudiyetiyle, ve pek tabii ki bir de şahsiyetiyle.
Tebliğ ve davet en nihayet bir temsil ve temessül faaliyetidir, pazarlama ve propaganda çalışması değil. Yani her hâliyle insanîdir, insandan insanadır; aksine bir mekanizma, bir örgüt çalışması değil.
Hristiyanlıkta işin rengi değişir, çünkü Papalık resmen bir örgüt, ve dini de, Tanrı'yı da, İsa'yı da bizzat Papa ve Kilise temsil ediyor.
Bu nedenle bir aracı kurum olarak Kilise propaganda da, pazarlama da yapabilir. Yapıyor da zaten.
Diyanet Teşkilâtı ve Müftülükler ise bu mânâsıyla halkla din arasında, halkla Tanrı arasında birer aracı kurum değildir. Bu nedenle propaganda da, pazarlama da yapamazlar.
* * *
Devletin bütün dinî görevlileri, özelde Beşiktaş Müftülüğü çalışanları, vaadettikleri kat kat sevaplardan ve % 100 indirimlerden kendi özel hayatlarında da istifade ettiklerini bizzat halka göstermelidirler.
Halk, sattıkları malı onların üzerlerinde de görmek ister. Hem de indirimli hâliyle.
Nerede?
Elbette reklam panolarında değil, camilerde. Dahası mahallede, sokakta, evde.
Yüzyüze.
Fiilen.
Neden?
Söyledikleri şeyle değil, söylemeye çalıştıkları şeyle aferin almak istediklerinden.
Yaptıkları sadece dini metalaştırmak.
Kur'an'ı bir sigorta poliçesine döndürmek.
Kazanmak ve kazandırmak.
* * *
Ne de kötü değil mi ey talib, hüzünden mahrum bir alışveriş bu!
Hüzünden, yani Tanrı'dan.
Kaybetmiyorlar bu yüzden, kayboluyorlar.
* * *
Not: Bu akşam, saat 23.15'te TVNET'te "Ramazan'da Blues/Tanrı'yı Şehirde Aramak" başlıklı bir programa katılıyorum. Mavilere bürünmek için. Özgürleşmek uğruna. Niçin ve Neden? Din için Din'den. Sanat için Sanat'tan. Ölüm için Ölüm'den.