İndirilmiş Din Hürriyet'in Uydurulmuş Din Esaret'in Teminatıdır
“Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…” (Kehf:18:29)
Özgürlük kişinin kendi iradesini kontrol edebilme niteliğidir.İnsanlarda özgürlük duygusu doğuştan yani fıtrattandır. Zaten bir beşeri, insan yapan ve diğer mahlukâttan ayıran en temel özellik seçebilme kabiliyetine sahip olmasıdır. İnsan iyi veya kötü hatta mü’min veya kafir olmaya kendisi karar verir.
Herşeye gücü yeten ve Rahmetin kaynağı olan Allah bu hürriyeti insana bahşetmiştir. Rabbimiz ne güzel der : “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…” (Kehf:18:29) Demek ki Allah bu en önemli konuda dahi insan iradesine müdahale etmedi. Öyleyse özgürlük İlahi bir nimettir. Hatta öyle bir nimettir ki ekmeksiz yaşanır lakin onsuz yaşanmaz. Zira özgürlüğü gidenin ekmegide elinden alınır.Öyleyse özgürlük insan fı tratına bahşedilmiş Rahmani bir hediyedir.
Tevhid özgürlük şirk esarettir
Ali Şeriati, insanın dört zindanı olduğunu söyler.İnsanı baskı altına alan ve insanın özgürlüğünü kısıtlayan dört zorlayıcı güç vardır. Doğa zindanı,tarih zindanı,toplum zindanı ve benlik zindanı. Özgür insan ise bu dört zindandan kendisini tahliye edebilendir. İnsanın nasıl yaşaması gerektiğine ne doğa veya tarih ne de toplum karar verebilmelidir.O,insanın kendi iradesi ile olmalıdır. İnsanın en büyük zindanı ise nefs zindanıdır ki işte tevhid dini İslam insanı bu zindanlardan kurtarmak için insanın iradesine güç verir. Onun için Yunus (as) balığın karnında mahkumiyetten “la ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimin” (Senden başka hiçbir ilah yoktur, sen bütün noksanlıklardan münezzehsin, muhakkak ki ben nefsime zulm edenlerden oldum) nidasıyla kurtulabilmistir. Yunus (as) balığın karnında yukardaki münacatında zindanda olduğum için zulüm altındayım demiyorda ben kendime zulmettim yani nefsime mağlup oldum diyerek sorumluluğunu terketmesinden dolayı kendisini levmediyor .Demek ki tevhid ve tövbe insanın özgürlüğüne kavuşması demektir.
Tevhid, İslam akaidi’nin temelidir ve o bir özgürlük çağrısıdır. Zira hakiki özgürlük ancak Allaha kul olmakla mümkündür.Zaten Allaha kul olamayan başka nesnelerin veya öznelerin kölesi olur.Tabiat boşluk kabul etmez.Aşkın olan Halık'ın çekim alanından çıkan içkin olan mahlukun çekim alanına girer ve kendini kaybeder. Onun içindir ki şirk, özgürlüğe vurulan prangadır.Adem cocuklarının tasavvurlarındaki kelepçedir o.Şirki reddeden ancak hakiki özgür olur. Zira artık o yaradılmış hiç bir gücün önünde eğilmez ve insan özgürlüğünü ipotek altına almaya çalışanlara karşı amansız bir mücadele başlatır. Zira imanın ahlâki karşılığı emanettir ve vahiy, muhatabını bir özgürlük emanetçisi olmaya hazırlar.
İlk nazil olan ayetlerde özgürlük vurgusu
Rabbimiz Alak suresi’nin ilk beş ayetiyle muhataplarını okumaya ve anlamaya davet eder. Zira özgürleşmek ancak idrak etmekle mümkündür.Okumak ve anlamak yani ilim insanın evvela düşünsel anlamda özgürleşmesidir. İlim,iki şey arasındaki farkı gösteren alamet ve işarettir. Hak ile batıl ,nur ile zulmet, mazlum ile zalim, erdemli olanla ahlâksız olan,baki ile fani yani İbrahim ile Nemrud, Musa ile Firavun ve Muhammed ile Ebu Cehil arasındaki farkı göremeyen ne özgürleşebilir ne de özgürlük mücadelesi verebilir.Alak süresindeki İlk beş ayet iki defa “İkra” hitabıyla okumaya bir defa “kalem” vurgusuyla okuduklarımızı aktarmaya ve dört defa ilme atıf yaparak tasavvur noktasında bizi özgürleşmeye hazırladıktan sonra altıncı ayetiyle zımnen Ebu Cehile atıf yaparak “ O yasaklayanı gördün mü?” vurgusuyla muhatabını yasakçı zihniyete karşı mücadele etmeye hazırlar. Zaten nüzul sırasındaki ilk ayet olan Alak suresi’nin son ayeti “Sakın, sakin! Ona boyun eğme; secde et ve yaklaş!” diyerek biter. Okumak özgürleşmek için elzemdir. Hatta Amerikada kölelere uzun yıllar okumak ve yazmak yasak edilmiş ve öğretim hakkı verilmemiştir. İnsan özgür olmadığını ve ekmeğini kimin çaldığını okumayı ve yazmayı bilmiyorsa ifade edemez. Onun için bilmek bazen ekmekten dahi önemlidir.Onun için vahyin başladığı yer de orasıdır.
Alâk suresinin hemen ardından inen Müzzemmil suresinde ise vahiy muhatabını iç dünyasında özgürleştirmek için terbiye eder. “Ey örtünen! Azı hariç geceleyin kalk” ayetiyle muhatabını gece kalkışına hazırlar. Zira gece kalkamayan kendisini özgürleştirerek şirk ve zulüm gecesine karşı tevhid ve adalet ışığıyla mücadele veremez. Maddesinin enkazı altında kalan özgür olamaz ve özgürlük için mücahede edemez.Onun için gece kalkışı İslamoğlu’nun ifadesiyle geceyi kaldırmaktır. Bir başka deyişle geceye meydan okumaktır.Hidayet hakiki hürriyet gaflet ve dalalet ise esarettte kalmaktır.İblis,özgür bir benlik değil kibrinin zindanı içinde kendini kaybetmiş bir kişiliği temsil eder. Adem’in oğlu Kabil ise Rabbin emrettiği sunağı infak edemediği için ve yine öfkesini yenemediği için hem arzularını hemde duygularını yönetemeyen bir kişiliği temsil eder.Müzzemmil süresi vahyi okumaya ve tefekkür etmeye davet ederken salat vurgusuyla adeta Allaha kul olan ancak varlığın halifesi olur mesajını verir.
Bu sure’nin hemen ardından nazil olan Müddesir süresi muhataplarını insanlık ailesini uyarmaya davet eder. “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Rabbinin büyüklüğünü an.” ayetiyle “Ey yalnızlık örtüsünün içine kendini kapatan mahsun yürek ! Ey insanlığın adalet ve özgürlük arayan asil damarı ! Ey şehrin kirlenmiş sokaklarından, günah kokan gecelerinden, çirkeflik irtikap edilen mekânlarından, kendisini Hira’nin karanlıklarına çeken özgür ruh! Kum fe enzir ! Kalk ve bir özgürlük uyanışı basalt ! Karanlık geceler seni bekliyor ! Yolunu kaybetmişler seni bekliyor ! Ellerinden özgürlükleri alınmış esirler seni bekliyor ! Ağaran tan yeri seni bekliyor! Yetimler seni bekliyor ! Köleler seni bekliyor ! Maddesinin enkazı altında kalmış insanlık seni bekliyor ! O halde kalk ve uyar ! Uyar ki zulmün çarkı kırılsın ! Adalet ve özgürlük iktidar olsun.. Yetimler ezilmesin ve köleler hürriyetlerine tekrar kavussun… Ve devam ediyor “Fe rabbeke fekebbir !” Rabbinin yüceliğini duyur ! Yani ne konuda inzar edeceksin ? Kula kul olmamak konusunda inzar edeceksin. Zira tabiat boşluk kaldırmaz.. Dolayısıyla önce tevhidten başlamak lazım. Tevhid insanların kafasını düzeltmektir. Kafalar düzelmeden davranışlar düzelmez.. Sömürü devam eder…Bundan dolayıdır ki önce vicdanların ipotek altından kurtarılması gerekiyor.Onun için Rabbin yüceliğini haykırmak çok önemli.
Zira bir nizam oluşturmak için önce varlık hiyerarşisini yerli yerine koymak lazım ..Zira
]tabiat boşluk kaldırmaz.. Yaratıcı aşkındır yani yücedir yaratılan ickindir yani sınırlıdır.Şayet siz yücelik makamını boşaltırsanız o makama mutlaka başka biri gelir ve siz ona kul olursunuz.. Onun için insanlık tarihi boyunca hep boşaltılan o makama birileri yerleştirilerek insanlığın vicdanı sömürülmüştür.
Nemrud , tanrının yeryüzündeki gölgesi olarak addediliyordu. Firavun, Tanrı Horüsün oğlu ve yarı tanrıydı .. Mekke ölçeğinde Lat,Uzza ve Menat, yine tanrının kızları olarak kabul ediliyordu.. Tevhid işte yüceliği sadece Allaha vermeyi emrediyor.Tevhid olduğu zaman Allah ile kul arasına kimse giremez ve sömürü ortadan kalkar.. Mesela Katoliklikte günah çıkarma esası vardır. Papaz onları Tanrı adına bağışlıyor. Dolayısıyla bu uygulama bir nevi vicdanları ipotek altına almaktır. Öyleyse tevhid'in gereği kendisini Rab zanneden,Firavunların, Kayserlerin,Bel’amların,Nemrudların bürokratların,sultanların,Hamanların, Kayserlerin,Kralların, Şeyhlerin, Ağaların,Efendilerin Allah’ın kullarını kendilerine köle yapan müstekbirlerin hilelerini deşifre etmektir.
Mekke ölçeğine bakacak olursak Ebu Cehil’in geçim kaynağı putlardı. Putlar o yücelik makamına oturmuş ve kutsal ilan edilmiş sonrada onlar adına kurbanlar kesiliyordu. Putlar reddedilince dolayısıyla Amr bin Hişam’ın ticari tezgâhı altüst oluyordu..Dolayısıyla insanları kula kulluktan kurtarmanın sömürenlere bilancosu böyle ağırdı. .Onun için Müddesir süresi vicdanları sömürüden ve kölelikten kurtarma çağrısıdır. Zira indirilmiş din insanları hürriyete çağırırken uydurulmuş din esarete mahkum eder.
İndirilmiş din hürriyeti uydurulmuş din esareti netice verir
İndirilen din farklılıklara zenginlik nazarıyla bakar lakin uydurulan dinde değil farklı inanç sistemlerine kendilerinden olmayan mezheplere ve meş replere dahi yaşam hakkı yoktur.Bunun için tarihte farklı din mensuplarının savaşından ziyade mezhep ve meşrep savaşları daha kanlıdır.Oysa ki İslam’ın yönetim felsefesi çoğulculuğa yatkın olup totaliter ve dayatmacı değildir.En başta Medine Vesikası ile garanti altına alınan gayri müslim hakları bunun en kadim örneğidir.Müslümanların yaşadığı topluluklarda kilise,havra ve cami hep iç içe görülür.Hatta Yezidilerin tapınaklarına dahi dokunulmamıştır.Zira gayri muslimler zımni statüsünde olup onlar İslam toprakları içinde müslüman yönetimin koruması altında olmuşlardır.
Osmanlı toprağı her dilden ve her dinden topluluklara kapısını açmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde dünyanın dört bir yanından kovulan Yahudiler Osmanlıya mülteci olma talebinde bulunmuşlar ve Osmanlı onlara topraklarında yer vermiştir.Bununda ötesinde beş yüzyıl boyunca Yahudiler Osmanlıda barış içinde yaşamışlardır.Ermeniler ise sadıka-i tebaa olarak bilinmiş ve Osmanlı toprakları içinde farklı olan dil ve akideleriyle yüzyıllarca huzur ve güvenlik içinde yaşamışlardır.Bugün Anadolunun birçok yerinde bu tarihi mirasa şahit olmak mümkündür.Buna rağmen yüzyıllarca İspanyada yaşamış olan müslüman Endülüs Emevilerinin, ve camilerinin çoğu ya yıkılmış ya da müze haline getirilmiştir.
Kur'an'a ve Muharref Kaynaklara Göre Din ve Vicdan Hürriyeti
İslam hukukuna göre gayri müslimler zimmi olarak tanınmakta olup onların canları,malları ve ırzları teminat altındadır.Dinde zorlama yoktur ilkesi müslüman davet usulünün bir ilkesidir.Bu bağlamda insanların zihnine takılan soruladan biriside İslam hukukunda “Mürted” ile ilgili durumdur.Mürted ise daha çok savaş hukukuyla ilgili bir durumdur. Şayet savaş esnasında bir kimse cephe değişirse bu savaş suçu kapsamına girer ve o kişi idamla cezalandırılır. Yoksa “mürted” sadece dininden dönen olarak algılanmamalıdır öyle kabul edenler kanaatimizce ciddi bir yanlış içindedirler. Dinde zorlama ve baskı dinin ruhuna aykırıdır. Zira bir kimse dini bir vecibeyi dahi baskı neticesinde yaptığında onun o ameli başkası için yapmış olacağından makbul olmaz. Kaldı ki bir kimsenin ölüm tehdidiyle imanından vagecmemesi onu münafık olmaya zorlayacak bir durumdur. Oysa ki Rabbimiz “ Zorlama dinde yoktur..”(Bakara:2:255) ayetiyle zorlamayı kategorik olarak yasaklamış ve “Sen öğüt ver. Sen ancak bir öğüt vericisin. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin.” (Gasiye:88:21-22) diyerek zorlama ve baskı gibi uygulamaların önünü kesmiştir. Savaş durumlarında cephe değiştirmekle ilgili olarak anlaşılması gereken ayetlerin özgür iradesiyle dinden dönenler için uygulanması dinin ruhuna tamamen aykırıdır. Kur’an açıkça şöyle demektedir. “İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlar, ne de onları doğru yola iletir.” (Nisa:4:137) Bir kimse iman ettikten sonra inkar ettiği zaman mürted olduğu için idam etseydi yukarda ayetin dediği gibi yeniden iman edip yeniden inkar etmesi nasıl mümkün olacaktı? Belli ki mürted bir savaş hukuku uygulamasıdır. Cephe değiştirenin kendi tarafına yönelik sırları ifşa edip binlerce insanın ölümüne sebeb olmasın diye anlaşılması gereken bir yaklaşımı rivayetleride kullanarak vahyin açık beyanlarına rağmen uygulamaya kalkmak özgürlükçü bu rahmet dinini bizden olmayanlara tiksindirmektir.
Kur’an’dan hiçbir şekilde delil bulamadığımız dinden çıkanın öldürülmesi ile ilgili uygulamayı Kitab- I Mukaddeste rahatlıkla bulabilmekteyiz. Mesela Pavlus’un İbranilere mektubu 10. Bölümde şöyle deniyor : “Musa'nin yasasını hiçe sayan bir kimse, iki ya da üç tanığın sözü üzerine acımasızca öldürülür.Eğer bir kimse Tanrı Oğlunu ayaklar altına alır, kendisini kutsal kılan antlaşma kanını bayağı sayar ve lütufkâr Ruh'a hakaret ederse, bundan ne kadar daha şiddetli bir cezaya layık görülecek sanırsınız?”( Pavlus’un İbranilere Mektubu 10. Bölüm:28)
Tesniye bölümünde ise şöyle deniyor : Öz kardeşin, oğlun, kızın, sevdiğin karın ya da en yakın dostun seni gizlice ayartmaya çalışır, senin ve atalarının önceden bilmediğiniz, dünyanın bir ucundan öbür ucuna dek uzakta, yakında, çevrenizde yaşayan halkların ilahları için, ‘Haydi gidelim, bu ilahlara tapalım’ derse, ona uymayacak, onu dinlemeyeceksin. Ona acımayacak, sevecenlik göstermeyecek, onu korumayacaksın. Onu kesinlikle öldüreceksin. Onu önce sen, sonra bütün halk taşa tutsun. Taşlayarak öldürün onu. Çünkü Mısır’dan, köle olduğunuz ülkeden sizi çıkaran Tanrınız RAB’den sizi saptırmaya çalıştı. Böylece bütün İsrail bunu duyup korkacak. Bir daha aranızda buna benzer kötü bir şey yapmayacaklar. (Tesniye 13:6-11)
Kur’ana göre dinden dönenin cezası açıkça beyan edilmiştir.Bu ceza türü dünyada ve ahirette lanete uğramaktır. Kur’an şöyle der : “İman ettikten, Resul'ün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâr eden bir topluma Allâh nasıl yol gösterir? Allâh, zâlim toplumu doğru yola iletmez. Onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lânetine uğramaktır. Ebediyen de bu lânet içindedirler; ne azapları hafifler, ne yüzlerine bakan olur.” (Ali İmran:86-89)
Rivayetlerin,örfün ve adetlerin etkisi altında kalınca…
Rivayetin hakikati boğmasına en tipik misallerden biriside örfî geleneklerin hakikat gibi dayatılmasıdır. İslam zaman ve zemin üstü evrensel bir mesaj olmasına rağmen, rivayet, gelenekleri ve adetleri sanki hakikatmis gibi dayatmaktadır. Adetler din haline getirilince din amiyane adet gibi algılanmakta ve vahyin zaman üstü mesajı tasavvurlarda indirgenmektedir.Sünnet deyince akla sarık,sakal,takke gibi şekli imgeler geldiği halde dini hayatın omurgasını oluşturan rahmet,vicdan,ihlas gibi nebevi ahlaki erdemler gelmiyorsa din belli bir coğrafyanın,tarihin ve insan tipinin içine hapsediliyor ve ruhu öldürülerek cesedi önceleniyor demektir. Oysa sünnet dediğimiz Allah resulu’nun yaptığı herhangi bir fiil değil onun dini öğretme ve yaşatma adına yaptıklarıdır.
Din, rivayetlerin,örfün ve adetlerin etkisi altında kalınca bundan beşeriyetin yarısını temsil eden kadın taifeside payını olumsuz anlamda almaktadır. Ataerkil ve erkek-egemen toplumların dayattıkları dogmalar bir dini ogretiymis gibi insanların önüne çıkarılmaktadır. Bugün müslüman olmayan toplumlar, müslümanların daha çok kadına olan davranışından yola çıkarak müslüman dünyayı elestirmektedir. Kur’ana baktığımız zaman onların bu eleştirilerini haklı çıkaracak malzeme bulunamazken rivayetlere ve o rivayetlerin etkisi altındaki müslümanlara baktığımız zaman malesef haklı olduklarını görebilmekteyiz.
Çok renklilik mi Din Monopolculuğu mu?
İslam siyaset felsefesinin dayandığı dört temel ilke olan adalet,meşveret,ehliyet ve maslahat ise ancak farklılıkların kabullenilmesi ve hazmedilmesi ile mümkün olacaktır.Onun için tek tipçi totaliter yapıların adaleti temin etmeleri mümkün değildir.Meşveret ise aynı düşünen insanların bir araya gelip fikir beyan etmeleri değil farklı düşüncelerin bir noktada uzlasmalarıdır.Maslahat için ise sözün coğrafyası ve tolumsal farklılıklar bilinmek zorundadır yoksa İslamın temel mesajı anlaşılmamış olur. Dolayısıyla İslam siyaset felsefesinin oturduğu temel farklılık esasına göre şekillenir.Farklılık hazmedilmeden ve idrak edilmeden adalet, maslahat, ehliyet ve maslahat olmaz.
Süruş der ki : Tabiatta ki bitkileri,dağları,ovaları,tepeleri,inişleri,çıkışları veya yokuşları yok etmek nasıl uygun değilse toplumdaki çeşitliliği de yok etmek ve toplumu tek-tipçi hale getirmek öyle uygun olamaz.Dolayısıyla tıpkı alemde olduğu gibi toplumdada kesret muhafaza edilmesi gereken bir zenginliktir.Süruş; Popper ve Kuhn gibi düşünürlerden yararlanarak bir sosyo-politik teori oluşturmuş ve din monopolculuguna ve resmi tek-tipcilige şiddetle karşı çıkmıştır.
İslam dünyasında Özgürlük Problemi ve Kadercilik
Özgür olabilmek önce özgürlükçü düşünebilmek ten geçer. İdeolojilerinde veya teolojilerinde özgürlüğe yer veremeyenler özgür bir yonetimede sahip olamayacaklardir. Kur’an bu konuda şöyle der : “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe ALLAH onların durumunu değiştirmez”(Rad:11:13) Yine Allah resulü (sav) bu ayeti destekler mahiyette “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz” der. Dolayısıyla özgürlük evvela insanların tasavvurlarında, düşüncelerinde ve dahi hayatlarında olmalıdır.
Kanımca düşünceyi donuklaştıran ve aksiyonu kilitleyen en büyük amil İslam coğrafyasındaki kader algısıdır.Kur’anda kader alın yazısı olarak değil İlahi kudretin eşya içine takdir ettiği ölçü anlamında kullanıldığı halde bugün müslüman toplumlarında cahiliye dönemindeki gibi bir kader inancı insanlara telkin edilmiştir.İndirilen din kaderi “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık”(isra:17:73) sunarken uydurulmuş din tıpkı musriklerde olduğu gibi “ Eğer Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız şirk koşmazdık” (6:148) şeklinde alın yazısı gibi anlaşılmaktadır. içinde bulunduğu durumu İlahi kader olarak gören bir topluluk elbette özgürleşme gibi bir mücadele içine girmek yerine “ Hayırda şerde Allahtan” diyerek beklemeyi ve teslim olmayı tercih etmektedir.
Özgür olabilmek için dini anlatıların salt öteki dünyacı değil bu dünya hayatını şekillendirici şekilde olması mühimdir. Hasan Hanefi’nin ifadesiyle müslümanlara bir yeryüzü teolojisi gerekmektedir. Doğu Türkistan işgal altında, Gazzede insanlar katledilmekte, Afrikada her beş çocuktan birisi açlıktan veya su kirliliğinden dolayı ölmekte, ırak isagl altında ,Suriyede insanlar inim inim acı çekmekte,Dolayısıyla böyle bir dünyaya yönelik bir yeryüzü telojisinin Kur’andan yola çıkarak yeniden gün yüzüne çıkarılması gerekiyor.Zira Ali Şeriati’ninde dediği gibi ''Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesize sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur. Eğer bir yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çağırıyorsa bilmelisin ki bu bir hainin davetidir”
Netice-i kelam
Unutmamak gerekir ki bugünü cehennem olanın yarın ki cennet vaadine kimse inanmaz.Onun için önce özgürlük sorunu halledilmelidir. İndirilen din özgürlüğe davet ederken uydurulan din o özgürlük davetine pranga vurmaya çalışır. Hak ve batıl mücahadesi aynı zamanda hürriyet ve esaret mücadelesidir.Hak yolda olanlar konuşmanın ve konuşturmanın yollarını ararken batıl yolda olanlar susturmaya ve örtmeye teşebbüs ederler. Bugün dahi Istanbul gibi bir metropolde, bir Kur'an müfessirinin konuşmasına mani olmaya çalışmak ve bu konuda idari mekanizmalara baskı uygulama yoluna gitmek, bunu yapanların kimler olduğu irdeneldiğinde, makaledeki iddiamız hayatın içinden tipik ve güncel bir delille ispat edilmiş olacaktır.Evet, indirilmiş din hürriyet'in uydurulmuş din esaret'in ta kendisidir.
NOT : BU YAZI KURANI HAYAT DERGISI"NIN 40. SAYISINDA YAYINLANMISTIR.