Seyit Rıza köylüydü, cahildi ama delikanlı adamdı. Biliyorsunuz Seyit Rıza’yı idam etmek için apar topar uyduruktan bir mahkeme tertiplenir, savunması bile alınmadan bir gece vakti infaz edilir Seyit Rıza. Elazığ’da bu infazı gerçekleştirecek bir Çingene ararlar ancak bulamazlar. Sonunda dışarıdan gelen bir Çingene ile kelle başı 10 liraya anlaşırlar. İşte Seyit Rıza ipi boynuna geçirmek için gelen bu çingeneye fırsat bile vermedi. İpi boynuna kendi geçirdi, taburesini kendi devirdi.(ı) Bu düzenbaz canilerle konuşmadı bile. Onlara göre ulus devletin inşası önünde bir engeldi Seyit Rıza, haftalarca süren bombalamalarla, uçaklarla, top ve tüfeklerle, zehirli gazlarla güya bu engeli ortadan kaldırmış oluyorlardı. Konumuz; ulus devlet. Lozan hezimetinden sonra bu inşa süreci gerçekten çok acımasızca devam etmiştir.
Lozan’a diplomat olmayan, yabancı dil bile bilmeyen beceriksiz İsmet İnönü gönderilir. İsmet İnönü her müzakere edilecek konuyu telgrafla Ankara’ya bildiriyordu. Ankara’da analizlerini yine telgrafla İsviçre’ye gönderiyordu. Ancak İsviçre Ankara’dan gelen bilgileri İsmet İnönü’ye ulaştırmadan evvel Fransız ve İngiliz diplomatlarına yetiştiriyordu.(ıı) Böylelikle İsmet’in teklifleri, tezleri, şartı-şurtu bilmem nesini daha o söylemeden bilinmiş olunuyordu. Ve İngiliz diplomatları temel hedeflerine ulaşmışlardı.1919 başlarında İngiliz Genelkurmayı’nın Osmanlı topraklarında hedefledikleri şartları Lozan’da bize kabul ettirmeyi başarmışlardı. Ayrıca Türk heyeti Lozan’da Misak-ı Milli’den vazgeçerek Anadolu topraklarına razı olmuşlardı. Hatta Lozan’da görüşmeler devam ederken Filistinliler TBMM kapısında günlerce “bizi İngiliz kurtlarına teslim etmeyin” diye yalvarmışlar ancak aldıkları cevap; yapacak bir şey yok başınızın çaresine bakın olmuştur.(ııı)
O dönemde adı Sırrı Bey olarak kayıtlara geçen bir milletvekili Lozan görüşmeleri sırasında Mustafa Kemal’i eleştiriyor. “Misak-ı Milli’nin hiçbir noktası temin olunamadı. İptal edildi. Batum gitti, Musul gitti, Hatay gitti. Ege adaları ve Kıbrıs gitti. Üstelik Yunanistan’a yaptığı zararları temin ettirecektik bunu da başaramadık. Peki, bu nasıl bir Misak-Milli? Yeminimiz nereye gitti? Mustafa Kemal kürsüden;” Misak-ı Milli şu hat bu hat diye hiçbir vakitte hudur çizmemiştir. Bu hududu çizen şey milletin menfaati ve heyet-i celilenin isabet-i nazırıdır. Sırrı Bey Misak-ı Milli’nin ne olduğunu anlamamıştır.(ıv) Sırrı Bey cevabında mealen; “öyle diyorsunuz ama bunu yazanlardan biriside bendim” diyor.
Neticede antlaşma imzalandı. Mustafa Kemal mili mücadeleyi yöneten ve başarıya ulaştıran meclisi -sorun çıkaracağını düşünerek-feshediyor ve yerine 2.Meclisi kuruyor. Hatta milletvekillerini bizzat kendisi seçiyor Mustafa Kemal’in tespit ettiği milletvekilleri atanıyor meclise. Ne gariptir bu meclis bile Lozan hezimetini hazmedemiyor. Mustafa Kemal defalarca Misak-ı Milliye sınırları diye bir şeyin olmadığını izah etmek durumunda kalıyor. Netice itibariyle ulus devletin inşasına start veriliyor ve düğmeye basılıyor. Buna engel ne varsa bir bir ortadan kaldırılıyor. “Cumhuriyetin kuruluşuyla ile birlikte İtalyanların kullandığı Turkia ifadesinden üretilme Türkiye adı veriliyor ülkeye. Egemenlik ise tebaalaştıran toplumu bir arada tutan devletin iktidarını devam ettirmekti. Osmanlı uluslaşmasından bu yana “devlet ebed müddet” anlayışı içinde milletin ve ülkenin bağımsızlığı için devlet, kutsal bir varlık olarak gösterildi. İyi olan devlet, kötü olan idarecilerin eline geçebilirdi. Bu nedenle devleti zinde tutmak, aklamak ve güçlendirmek gerekiyordu. Önce tek parti dönemi yöneticileri ile devletin varlığı birbirinden ayrıldı; sonra devlet ve sistem ayrımı veya farklılığı gibi ucube tasnife gidildi. Bu sınıf devletin çevreyle veya milletle kucaklaşmasını engelledi.”(v)
Dersimde Alevilere, Ağrı’da Kürtlere, Menemende de İslamcılara gözdağı veriliyor. Daha doğrusu ortadan kaldırılıyor engeller. Biliyorsunuz Dersim tam bir felaket. Dersim katliamından sonra ele geçirilen birtakım hayvanlar kayıtlara “ganimet olarak “geçiriliyor. Sanki Yunanistan’la savaştılar. Ağrı’da da işi o kadar abartıyorlar ki canlarını kurtarmak için İran sınırını geçen insanların tepesine bomba atmaya devam ediyorlar. Neredeyse İran’la savaşın eşiğine geliyoruz. Sonra İran’a bir açıklama yapılıyor sizinle alakası yok diye.1927’de Şark Islah Planlarıyla, yasaklarıyla kısacası devlet eliyle çok ciddi bir Türkleştirme operasyonlarına tabi tutuluyor insanlar. “Her şey vatan içindir” denilerek insana dair ne varsa baskılarla, dayatmalarla, tehditlerle yok edilmeye başlanıyor.
Hala öyledir. Hatırlarsanız bir ara Prof Dr. Baskın Oran başkanlığında oluşturulan “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma” grubu vardı. Baskın hocanın uğradığı hakaretleri bir hatırlayın. Ne vatan hainliği kaldı, ne bölücülüğü… Yargılandı, berat etti falan.Bu ülkenin elit, bürokratik kesiminin hala azınlıklara, Kürtlere, Alevilere vs. farklılıklara bakışı değişmemiştir. Ne zaman insancıl bir adım atılsa canileşiyorlar. Derin yapılanmalarıyla(Ergenekon gibi) her şey vatan içindir denilerek farklı kesimler sindirilmeye çalışılıyor. Bu konuda adım atan siyasetçilerde kurşunlanıyor.
Ergenekon, eli silah tutan, gözü dönmüş, serseri bir gençlik grubunun oluşturduğu bir mahalle çeteleşmesi değil. Kökleri Tanzimata kadar giden bir zihniyet. Dün Menderes’i asanlarla, Ecevit’i ve Özal’ı kurşunlatanlar bugün Erdoğan’ı ve Arınç’ı ortadan kaldırmak isteyenlerle Kafes planları yapanlar aynı zihniyetin ürünü insanlar. Bu ülkede Sünni’nin sırtını sıvazlayarak Alevileri ezenler, sağcıya gaz vererek solcuları ortadan kaldıranlar, bugün solcuların ve milliyetçilerin sırtını sıvazlayarak özgürlükçüleri ezmeye niyetlenenler aynı zihniyetin ürünü insanlar. Laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor, vatan bölünüyor gibi tepkileri paranoyak oldukları için değil alanlarını genişletmek için dillendiriyorlar. Neticede ulus devlet tutmadı. Ülkeyi dikensiz gül bahçesine çevirmek istiyorlardı olmadı. Bu kadar mazlumun iniltisinden bir ülke doğar mı? Bu kadar kanın aktığı, ahın olduğu bir toprak parçasında huzur olur mu? Ancak herkesin hak ve hukukunun tesis edildiği bir ülkede yaşanır, yaşanacaksa eğer. Birini alıp diğerlerini harcamakla olmadı işte.
“Şüphe değil kesinliktir insanı deli eden” der Nietzsche. Artık o kadar kesinlik var ki bizi deli eden. Ama bu şuursuzluğu, akıl tutulmasını, antidemokratikliği, insansızlığı ve ırkçılığı ortadan kaldırabilecek ve ciddi bir toplumsal kırılmaya yol açabilecek bir şey var o da; hakkı, hukuku, özgürlüğü ve insanlığı gasp edilen farklılıkların bir arada sağlam bir duruş sergileyerek birbirlerinin hak ve özgürlüklerini sahiplenmeleridir.Ben başka yol bilmiyorum.Bilen varsa söylesin…
Yararlanılan kaynaklar;
1-Tarih Bilinci “Tarih ve Kültür Dergisi” Prof.Dr.Mehmet Çelik,Dersim(ı,ıı)
2-Tarihimizle Hesaplaşmak “Mustafa Armağan”(ııı,ıv))
3-Ulusçuluk Çıkmazı Kürtler ve Çözüm Arayışı “Hamza Türkmen”(v)
Dikensiz gül bahçesine döndürme operasyonları
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.