Galiba Çetin Altan daha önce yazmıştı.
Genç bir gazeteciyken, içişleri bakanlığına yeni atanan bir siyasetçinin ziyaretine gidiyor.
O sırada, yeni bakan eski bakanların dosyalarını karıştırıyormuş.
Bir tanesini de Çetin Altan’a göstermiş.
Orada şöyle yazıyormuş:
İşi: Sağlık Bakanı.
Mesleği: Eşkıyalık.
Eşkıyadan bakan yapmak “cumhuriyetin” keşfettiği bir yöntem değil.
Osmanlı da “cellattan vezir” yapardı.
Öldürülen halktan biri, öldüren de devlete “sadakatle” bağlı olduğu sürece ne Osmanlı’nın ne de Cumhuriyet’in katillerle bir sorunu oluyor.
Devlet adına istediğini öldürebilirsin.
Devletin “katil” sevgisi Kürt savaşıyla birlikte en yüksek noktaya ulaştı.
Susurluk skandalı dediğimiz rezalet, “devletin katillerinin” cinayetleri kendi çıkarları için de işlemeye başlamasıydı.
Devlet buna kızdı.
Kural belli çünkü.
“Öldüreceksen devlet için öldüreceksin, kendin için biraz para çalabilirsin ama adam öldürmemelisin.”
“Devletin katillerinin” en ünlülerinden biri Yeşil diye bilinen biri.
Epeyce adam öldürmüş.
Önce MİT için çalışmış, sonra JİTEM’e transfer olmuş.
Devlet örgütleri arasında böyle “katil” transferleri de bulunuyor.
Şimdi Yeşil’le ilgili “oğlunun yazdığı söylenen” bir kitap dolaşıyor ortalıkta.
Kitabı kimin yazdığı çok kesin değil.
Çünkü “oğlun” bilemeyeceği ayrıntılarla dolu kitap.
Niye şimdi çıktı bu kitap?
O da tam belli değil.
Birisine ya da birilerine mesaj olabilir.
Ecevit’in korumalığını da yapan eski bir Özel Harpçi, “duyumlarına” dayanarak Yeşil’in şimdi Ankara’da olduğunu söylüyor.
Yeşil, çok şey bilen biri.
O nedenle de hayatı tehlikede.
Devlet, “kendi katillerini” çok rahat temizliyor çünkü.
Yeşil, çok Kürt öldürdü.
Onun maceralarına baktığınızda, itirafçı Aygan’ın söylediklerini dinlediğinizde, Güneydoğu’da Kürt öldürmenin serbest olduğunu anlıyorsunuz.
Öldürdükçe öldürmüşler.
JİTEM karargâhına götürüp öldürmüşler, sokakta öldürmüşler, tarlada öldürmüşler.
Kimse de hesap sormamış.
Hesap sormak bir yana adam öldürenlerin bir kısmına madalya bile verilmiş.
Şimdi Kürtlere “niye devlete güvenmiyorsun” diye soruyorlar.
Niye güvensinler?
Devletin adamları tarafından böyle sorgusu sualsiz öldürülmüş insanların yakınları o devlete güvenir mi?
Devletin, ilk yapması gereken iş, bu “güvensizliği” ortadan kaldırmak.
Bu belki de küçük jestlerle mümkün olabilir.
Yapılacak bu jestler, artık devletin “katillerini gönderip adam öldürtmeyeceğinin” bir işareti olarak görülebilir.
Ve, halk devletin sözünü daha bir ciddiye alabilir.
Barışa yaklaşıyoruz.
Barış yaklaştıkça tepkiler ve huzursuzluklar da artıyor.
Özellikle muhalefet her türlü çözüme karşı gibi.
Cumhurbaşkanının “iyi şeyler olacak” sözünü bile nerdeyse “ihanetle” bir tutacaklar.
Çünkü onlar “iyi şeyler” olmasını pek istemiyorlar.
Devletin katillerinin Kürtleri öldürmesine ses çıkarmayan bu politikacılar, artık ölümlerin bitirilmesi gerektiği söylendiğinde “ihanet” diye bağırıyorlar.
Anlaşılan onların aklında “sadakatle cinayet” birarada duruyor.
Devlete sadıksan öldüreceksin.
Böyle baktığınızda, “siyasetle cinayet” arasında pek bir fark kalmıyor.
İstiyorlar ki ölümler, acılar, işkenceler sürsün.
Muhalefet hiçbir çözüm önermiyor ve durumun devamını istiyor.
PKK’nın da “barışa” çok yardımcı olduğu söylenemez.
Bir yandan Karayılan Hasan Cemal’e “silahlar sussun” diyor, bir yandan askerler mayınlarla öldürülüyor.
Mayın, silahtan sayılmıyor mu?
Mayınları patlatarak askerleri öldürmenin barışa nasıl bir yararı var?
Ölümleri durdurmadan barışa giden yolu açamazsınız.
Bu iki taraf için de geçerli.
Barış isteyenlerin “herkese” inatla aynı şeyi anlatması gerekiyor.
Artık adam öldürmeyin.
İki tarafın “silahlıları” da şunu anlamak zorunda, Kürt meselesinde silahın işi bitti.
Ne ordu bu meseleyi silahla çözebilir, ne PKK silahla amaçlarına ulaşabilir.
İsterlerse yüz yıl savaşsınlar bir sonuç çıkmaz.
Çözüm bundan sonra “silahsız” sağlanacak.
Katilleri “resmî kadrolarına” alan devletin, bu “cinayetlerden, adam öldürmelerden, faili meçhullerden” vazgeçtiğini Kürtlere kanıtlaması, bunun için ilk önce “kolay” jestler yapması gerek.
PKK’nın da bu jestleri zorlaştırmaması gerek.
Çözüm çok yakın.
Ama çözüme yaklaştıkça “direnç” de artıyor.
Ölüme alıştırılmış yetmiş milyonluk bir toplumu yeniden “hayata” alıştırmak o kadar kolay olmuyor çünkü.