Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne geçen süre içinde, uygulamada olan çok sayıda yanlış politika var.
Bunların en başta geleni hiç kuşku yok ki, devletin milletinden korkması ve güvenmemesidir. “Milleti” güdülmesi gereken unsur olarak görüp, ona göre politikalar üreten devlet, bugün yaşanan sıkıntıların da temelini atmıştır.
Devlet milleti için vardır. Demokrasilerde temel esas, milletin iradesinin devleti şekillendirmesidir.
Devletin kendine ait kırmızı çizgileri vardır ve olmalıdır da. Ancak bu kırmızı çizgiler milletin hak ve özgürlüklerini kısıtlıyorsa, orda durup düşünmek gerekir.
Devlet, dokunulmaz ilan ettiği çizgilerini, kendini milletten korumak için çekmişse, sorun orda başlıyor demektir.
Milletin iradesinin hiçe sayıldığı demokrasi, demokrasi değildir.
Bu ülke defalarca darbe, defalarca muhtıra yaşadı. Bu darbe ve muhtıraların hepsi, sandıktan çıkan hükûmetlere karşı yapıldı. Darbe ortamı da yine devletin kendi eliyle hazırlandı.( Bkz. Ergenekon davasıyla gün yüzüne çıkan millete ihanet belgeleri.)
Bu topraklarda yüzyıllardır beraber yaşayan Kürtlerle Türkler bugün birbirine düşürülmek isteniyor. Yaklaşık otuz yıldır oynanmakta olan büyük oyunun gereği, bu devleti kuran esas unsurlar olan Kürtlerle Türkler birbirine kırdırılmak isteniyor.
PKK terör örgütü ve ona destek verenleri dışarıda tutup geri kalan Kürt nüfusa bakacak olursak, bu devlete ve millete bağlılığı göreceğiz.
Kürtler, yıllardır uygulanan yanlış politikalar sonucu bugün gelinen noktada, belki ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüler. Anayasa’da böyle bir ayırım bulunmamasına rağmen, uygulamada böyle bir farklılık ortaya çıktı. Bunun kaynağına inmekte fayda var.
Dini bir tarafı olmayan ve “değiştirilemez” maddeler arasına konulan laiklik ilkesiyle devlet, dine ve milletin dindar kesimine yıllardır eziyet etmekte. Bu eziyet edilenler arasında, dindarlığı çok önde olan Kürtler de bulunmakta.
Ana dillerini yıllar boyunca rahatça konuşan ama her nedense 12 Eylül darbesinin ardından, yasaklarla karşılaşan Kürtlerde, bu yasaklamalar yüzünden tepkime meydana geldi. Çocuğuna, anadilinde istediği ismi veremeyen bir insanın tepki depolaması normaldir.
Kürtlere yıllar boyunca kendi dillerinde vaaz u nasihat verilmedi. Verenler hakkında işlemler yapıldı.
Devletin resmi dili Türkçedir. Türkçe bilmeyen ama bu ülkenin bir vatandaşı olan kişiye de kendini anlatma imkânı vermelidir devlet. Yani milletine saygı ve değer verdiğini göstermelidir.
Devletin içine çöreklenmiş ve millete karşı, bulunduğu makamı silah olarak kullanan, şefkât, merhamet, muhabbet yoksunu baskıcı bazı idareciler yüzünden, milletin fertleri yıllardır zulüm görmektedir.
Bu eziyet ve zulüm, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kendini daha fazla göstermiştir.
Anadolu insanının aklına “jandarma” deyince hep dipçik ve eziyet gelmiştir.
Devletin kapısına giden bir vatandaş, hürmet yerine horlanma ve aşağılanma görmüştür. Kılık kıyafetinden, konuşmasından, inancından dolayı hep üçüncü sınıf insan muamelesi görmüştür. Bu uygulama Anadolu’nun her köşesinde olmuştur.
Köylerinden zorla göç ettirilen ama gönderildikleri yerde perişan bırakılan insanların devlete küsme noktasına gelmesi son derece normaldir. Çoğu masum olan, teröre hiç bulaşmamış bu insanların kucaklanması gerekmektedir. Bunun için de devlet samimi olmalı ve vatanın hangi köşesinde yaşarsa yaşasın herkese eşit davranmalıdır.
Hakperest olmayan bir devlet huzur ve mutluluk yerine hep huzursuzluk ve mutsuzluk dağıtır.