Mecellede birbiriyle ilintili olarak; ‘zarar-ı âmmı def’i için zarar-ı hâs ihtiyar olunur’ (H. Karaman’ın isabetli tanımlamasıyla; ‘kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir’), ya da; ‘zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur,’ veya; ‘def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır’(bir kötülüğü def etmek menfaat sağlamaktan önce gelir), bir başka şekliyle; "def'-i mazarrat celb-i menâfi'den evlâdır" (zararı ortadan kaldırmak, fayda temin etmekten önce gelir) hükümleri yer alır.
Birbirini tamamlayan bu hükümleri neden yazdık… Malum; uzun zaman geçti aradan… Siyasi miyopi (uzağı-uzun vadeyi, ileriyi görememe, sonuçlarını hesap edememe) de girdi araya, metal yorgunluğu da… Hatta kimi zaman verilen destek ve üst üste gelen seçim zaferlerinin verdiği gaflet, biraz da kibir. Unutulan ise ‘sü’ uyusa bile (‘sü’ eski Türkçede ordu, asker demektir. Osmanlıdaki subaşı ya da şimdi kullanılan subay bu köktendir, ama hiç birisi orijinal haliyle telaffuz edilmemektedir) düşmanın uyumayacağı idi. Sizin anlayacağınız FETÖ için sık sık zikredilen ‘güç zehirlenmesi’ kimilerini rehavete, kimileri de ranta sevketti. Zayıf ve hassas nokta da burası işte… Zira ‘bir zincirin gücü en zayıf halkanın gücü kadardır’ Ayrıca da insanın en zayıf anıdır; kendisini en güçlü ve güvende hissettiği an...
Yıpratma kampanyaları da etkili olabiliyor elbette… Sıradan halk olayın derinliğine vakıf olmadığından ilk duyduğuna inanabiliyor. İlla da bir miktar mantıklı izah edilmişse… Nereden bilebilir ki günlük geçim derdinde olan kalabalıklar; hangi gazetenin kimin çıkarına hizmet ettiğini, hangi internet sitesinin kiminle işbirliği içerisinde olduğunu, hangi işadamları derneğinin iç ve dış bağlantılarını… Kumandaya bastığında açılan kanaldaki haber onun için muteber… Üzerinde ‘devlet sorumluluğu’ olanlar ise bu sorumluluğun bir gereği olarak veya korumaları gereken devlet sırları nedeniyle hadisenin geri planını bu kalabalıklarla paylaşamamaktadır doğal olarak...
Bütün bunlar onca yıllık kazanımları duruma göre bir gecede çöpe gönderebilirdi. Bu ise bir şekilde bu derin yapının taraflarını, belki de konjonktürel olarak, birbirine yakınlaştırmış gözüküyor. Birbirlerini çok sevdiklerinden değil, birbirlerine mecbur olduklarından… Bir anlamda Sovyet tehdidine karşı, Yunanistan’la Türkiye’nin bir araya gelmesi gibi bir şey… Kendilerine rağmen gelen Erdoğan’ın elini sıkma mecburiyyeti de hissettiler. Söz sahibi de oldular elbet… Hatta Perinçek’in beyanatı da var; ‘2014’ten bu yana devleti Tayyip Erdoğan yönetmiyor’ diye… Birlikte yönetiyoruz demek istiyor aslında…
Dikkat ederseniz süreç etkisini AK Partide de gösterdi. İlk zamanlarda değişken milliyetçi oylara dönük gözüken söylem zaman içerisinde öne çıkarıldı. Bir arkadaşın tesbitiyle; ‘Alparslan Türkeş yüz yıl yaşasa da milleti bu çizgiye getiremezdi’ ama şimdilerde her birimizde devletçilikten, milliyetçilikten, hatta kısmen ulusalcılıktan esinti var. Derin akıl sonuç verdi yani…
MHP’ye hiç değinmedik değil mi… Oysa o da puzzle’ın çok önemli bir parçası… Her şey 15 Temmuz’un arefesinde başladı aslında… CHP’yi dizaynda başarılı olan içerideki küreselciler (siz mandacılar da diyebilirsiniz), MHP üzerinde de çalışıyordu. AKŞENER üzerinden yürütülen operasyon neredeyse başarılı olmuştu. Zira FETÖ’nün başbakan adayı AKŞENER’di. Hamleler Tayyip Erdoğan’ın ve elbette derin aklın karşı argümanlarıyla zor da olsa savuşturuldu. Biraz yara aldı, bölündü ve küçüldü ama misyonu elinde tutmayı başardı. Şimdilerde bakarsanız; neredeyse hiçbir talepte bulunmaksızın hükümet politikalarına destek verdiğini düşünürsünüz. Hatta zaman zaman hükümet sözcüsü gibi bile davranabiliyorlar. Aralarında hiç ihtilaf yok neredeyse… Oysa, partiler iktidar olup devleti yönetmeye talip olurlar. Bu kısmı da şaşırtıcı doğrusu…
AK Parti iç ve dış dengeleri şimdiye kadar yürüttüğü politikalarla iyi bir şekilde yöneterek iktidarını korumayı ve sağlamlaştırmayı başarmış görünüyor. Süreç içerisinde ayağına dolananları da tasfiye etti bir yandan da... İlk zamanlarda Avrupa Birliği ile ilişkileri hiç olmadığı kadar ileri taşıdı. Araları Amerika ile de iyi gözüküyordu. Sonra her ne olduysa işler her ikisiyle de bozulmaya başladı. İlk zamanlarda bu ilişkiler eleştirilse de, zaman içerisinde ortak misyona halel gelmemesi için uygulanan bir taktik olduğu kanaati ağır bastı. Muhtemelen FETÖ de her ihtimale karşı aynı süreçte hükümete eklemlendi.
Bu endişelerinde haklı olduklarını da ilerleyen zamanda farkettiler ama, süreci sadece onlar takip etmiyordu. Nitekim 2011 seçimlerinden sonra kılıçlar çekildi. Dershane kapatma girişimi, ilk hamlenin hükümet tarafından yapıldığını gösteriyor. Çünkü malum yapı bu seçimlerde geçmişte olmadığı kadar açık etti kendisini… Zira durumun artık olgunlaştığını, öldürücü darbe için seçimden güçlü çıkmak gerektiğini hesaplıyordu. Ancak seçim sonrası yediği bu operasyon muhatapların durumun farkında olduğunu gösteriyordu v B Planı devreye kondu. 7 Şubat (2012) da, (cumhurbaşkanını ameliyat masasında bırakmak ya da tutuklamak), MİT operasyonu da, Gezi de, 17-25 Aralık yargı darbesi girişimi de bu planın bir parçası idi. Zirve noktası olan 15 Temmuz ise Nietzsche'nin sözüne hayat verdi; "bizi öldürmeyen şey güçlendirir"
Şimdilerde İngilizlerin Türkiye’ye yakın durduğunu görüyoruz. Bu İngilizler için de Türkiye için de bir arayış… Çünkü İngiltere kendisini bir merkez olarak görüyor ve etkinliğini artırmak için Türkiye’ye göz kırpıyor. Serbest Ticaret Anlaşması da bunun somut adımı. Milli Muharip Uçak konusunda da Türkiye’ye ile işbirliğine gitmek istiyor, SİHA’lara sahip olmak da… Ancak İngilizlerin çok uzun vadeli planlar yaptığını gözardı etmemek gerekir. Geçmişte II. Abdülhamit de bu dengeleri kullanmıştı ama, sonunda içerideki işbirlikçileri vasıtasıyla darbeye maruz kaldı. Sonraki sürecin bugüne kadar İngilizlerin lehine nasıl işlediğini de biliyorsunuzdur elbette...
Şimdilerde şartlar farklı tabii… İkinci Abdülhamit darbeye direnmemişti ama Erdoğan direndi ve kazandı. Osmanlı düşüşteydi Türkiye çıkışta… Adeta ip üzerinde cambaz oyunu oynanıyor. Şimdiye kadar kazanılmış olması önemlidir elbette… Ama çekirgenin akıbetini yaşamak da endişe vermiyor değil doğrusu...