Kuala Lumpur’da Çinlilerin yoğun olduğu bir muhitte oturuyorduk. İki katlı evler, kocaman bahçeler içerisinde, bomboş ve tertemiz sokakların bulunduğu ortalarında ise büyükçe parkların olduğu yerlerdi. Çinli evlerin bahçelerinde, genelde sağ köşe tarafında küçük köpek kulübelerine benzer kırmızı renkte şirin yapılar bulunurdu. Daha doğrusu kuş kafesi gibi yüksekçe bir çıta üzerinde olmasına rağmen köpek kulübesi havası vardı. Feng shu ye harfiyen uyduklarına göre demek ki bahçe giriş kapısının sağ köşesinde bulunması gerekiyordu aslında tapınakları olan bu kırmızı minik yapı. Bu kulübelerin içerisinde buda heykelleri olurdu. Genelde bir kase pilav bırakılırdı. Muz, mango, ananas gibi meyvalarda görürdük. Atalarının ruhlarına ikramdı bu.
Bu kalbur üstü Çinlilerin özellikle yaşlıları İngilizin dilini mükemmel konuşurdu. Gözlerinizi kapatarak dinlediğinizde karşınızda bir İngiliz var zannederdiniz, aksanları bile çok temizdi. Bu kısım eğitime çok önem verirdi, akşam üzeri her evden değişik müzik aletiyle çalınan, üzerinde çalışılan melodiler gelirdi. Kiminden keman kiminden piyano kiminden gitar. Okuyunca kulağa hoş gelsede hiç te hoş değildi aynı melodiyi aynı notayı tekrar tekrar dinlemek ve farklı farklı aletlerin farklı farklı notalarını duymak. Pürüzsüz bir şekilde akmadığı için çoğu zaman kulağı gıcıklayan, müzikten soğutan notalar yükselirdi. Piyanoda Beethoven’in moonlight bestesi çok popülerdi. Hatta yan komşunun oğlu hatasız çaldığında artık gidip, tebrik edip altın madalya takasım gelmişti ki yeni bir çalışmaya başladı.
Bu tarz iki katlı bahçeli evlerin önünde bulunan parklarda ise, sabahın ilk ışıltısıyla aydınlanan günde özellikle yaşlı Çinlilerin yaptığı Tha Chi ile karşılaşırdınız. Çok hafif adeta meditasyon müziğini anımsatan bir müzik eşliğinde çok hafif ve çok naif yavaşça yapılan egzersizlerdi. Bu egzersizleri yaparken aslında hiç bir fiziksel kuvvet harcamıyorsunuz, nefes alışlarınızla ve kontrollü nefesleri verişlerinizle ömrünüzde atamayacağınız teri atıp, bütün toksinlerden arınıp, buz gibi soğuk su ilede duş yapınca dünyayı fethedecek gücü ve kuvveti buluyordunuz kendinizde. Akşam üzerleri ise, işten gelen kariyer veya iş sahibi bu Çinlilerin park etrafında koşup bir kaç tur attığını görürdünüz. Bu sınıf Çinlilerin insanlarla ilişkileri gayet medeni ve soğuktur.
Bir de maddi durumu bu derece iyi olmayan Çinliler vardır. Yırtıcı kartallardan daha yırtıcı olduklarına kanaat getirdiğim kesim. Çince de bir çok lehçe olduğunu biliyoruz, bunlar Çince’nin Mandarin lehçesini kullanıyorlar ve yapısı dili bilmeyende bile kaba, saldırgan ve yırtıcı izlenimini bırakıyor. Halbuki Çince’nin Kantoniz (Cantonese) lehçesini dinlerseniz, müzik melodisi gibi sakin ve nehir suyu akışı gibi tonlaması vardır, Hong Kong’ta kullanılır.
Genelleme yapmak doğru değil ama her milletin bir genel yapısı vardır. Çinliler çok hırslıdır, hırslı oldukları için olsa gerek çok ta çalışkanlar. Hırsları paradır. Bir şey aldığınızda bir kuruşunuz çıkmazsa o aldığınız şeyi geri bırakmanız sizin için çok daha iyi olacaktır. Ne dediklerini anlamazsanız bile ses tonlamalarından, yüz ifadelerinden en ağdalı, tarih boyunca duyulmadık foseptik çukuruna ait ne kadar kelimeler varsa sıralandığından emin olabilirsiniz. Tabii oldu da size yani beyazlara kullandıkları ‘Beyaz Şeytan’ hakaretini anladınız ve karşılık verdiniz, öldürülmediğinize şükür edersiniz.
Neredeyse her ülkede, şehrin ortasında bir Çin köyü (China Town) vardır. Geto halinde yaşarlar, restoranların camlarında kızarmış ördeklerleriyle soya sosunun sarımsakla kızartılmış yemeklerin kokularını dolduran sokakları, neredeyse her ürünün Çinden gelen ve satıldığı marketleri ve bitkisel ilaç satan dükkanlarının çoğunluğu olduğu bir bölgedir. Londra’da da var, New York’ta da.
Nereden mi aklıma geldi? Çinvürüsü dünyayı yıkıp geçtiğini görünce Çinlilerden çıkmış olduğuna hiç şaşırmadım. Çinlilerin ne derece eğitime önem verdiklerini ve ne derece acımasız olduklarını da bilince, kendi ailesini bile öldürmekten çekinmeyen bu Çinlilerin her kötülüğü yapmakta muktedir olduğunu gördükçe, Uygur Türklerine karşı yaptıkları zülümleri kesinlikle küçümseyemeyeceğim.
Londra’da Oxford Street önünde Zara ve adidas mağazalarının önünde protesto etti İngilizler ve Uygur Türkleri. Sebep mi? İngiltere Margaret Tatcher zamanı tüm fabrikalar, maden ocakları kapatılmış, insanın ucuz olduğu ülkelere taşınmıştı yani Çin’e ve Hindistan’a. 1982 yılında yaptığı açıklamayla imalat endüstrisinin bittiğini, dünyanın geleceğinin ‘post-industrial age’ e yani bilgisayar işlemciliği, belli başlı verilen servisler ve eğlence olduğunu açıklamış ve gerekeni yapmıştı. İnsanın ucuz olduğu yerde imalat yapılacak, İngiltere’de de bilgisayar işlemciliği ve bol eğlenceli bir hayat tarzı sunulacaktı kapitalizme. BBC de izlemiştim Çin’de İngiltere için üretim yapan bir fabrikanın işlevini. Galiba 2003 veya 2004 yıllarıydı bu proğram gösterime girdiğinde. Üç vardıya çalışan insanlar evlerine bile gitmelerine fırsat kalmıyordu. Fabrika’nın depo kısmı gibi bir yere sıralamışlar ranzaları, mesaisi biten gidip orada uyuyordu, kalkıp tekrar çalışmaya başlıyordu. Kendi halkına bunu reva gören Çinlilerin gün geçtikçe artan eğitim kamplarında tuttuğu Uygur Türklerine neler yapmazdı.
Kamplardan kurtulan bir kadın yaşadıklarını anlatmağa, dünyaya Uygur Türklerinin sesini duyurmağa uğraştı. İnsanlık haklarıydı, din kardeşliğiydi, milliyetçilikti hiç bir kavramın hiç bir kelimenin anlamı kalmamıştı artık, korkunç kapitalizm karşısında herşeyi yitirmişti. Sadece insan gücü, köle olarak çalıştırdıkları yetmiyordu, sağlıklı insanların organlarını da paraya çevirmeye başladı korkunç Çin.
Uygur Türklerini tuttukları kamplardan Müslüman organlarını alıp Suud’a helal organ pazarlamaya başladı. Suudi Arabistan, Çin’in iç işleri olarak gördü, dindaşlarının tutulduğu bu kamplardan bir azap duymadı, bilakis helalinden gerekli organları da temin edince Çin’e tam destek vermeyi daha bir uygun gördü.
Kapitalizm, sen ne absürtlüklere ne tuhaflıklara kadirsin? Londra’da bir Yahudi kendi hazırladığı bir pankartı Londra’nın en işlek caddelerinde tutmaya başladı ‘3 Milyon Uygur Çin kamplarında’ yazdı Orthodox Yahudisi Andrew. Çin Konsolosluğun önünde her Çarşamba günü düzenlenen protestoya katılıyor, orada tanıştık. Holokosttan ne farkı var diyor. Kapitalizm absürtlüklerle dolu, İsrail hükümeti Filistinli Müslümanlara etmediği eziyet kalmamışken Müslüman Uygur Türklerini müdafaa etmek onlara kaldı, Çin’e kampların kapatılmasını istediklerini belirttiler. Öyle bir dünya düzeninde yaşamaya başladık ki, ne din kardeşliği ne kan kardeşliği kapitalizmin önüne geçebildi. Ruhunu şeytana satanların filmleri yapılırdı, nasıl bir insan ruhunu şeytana satar derdik. Ne bileceğiz Suudi Arabistan’ın Çin’le sıkı fıkı olacağını ve dindaşlarının Çin işkence kamplarında can vermelerini onaylayacak ve hatta sevinecek kadar şeytana herşeylerini sattıklarını. Haydi onlar sattılar satmasına da Türkiye ile ticareti tamamen bitirmelerinin anlamı ne? İki aydır Türkiye’den giden mallar gümrüklerde bekletiliyordu. Ekim ayının başından itibaren ise Türk mallarının Suud’a girişi yasaklandı.
Yetmezmiş gibi sayın kralları 40 milyon dolara Osmanlı Devletini kötüleyen bir dizi çekilmesini emretmiş. Türkçe ‘Ateşler Krallığı’ olan bu dizi film Tunus’ta çekiliyor, Mısır’da Yavuz Sultan Selim Han’a bir başkaldırıyı anlatıyor. Kahraman Araplar (!), sömürgeci Türklere karşı mücadele veriyor. Halk zaten tarihi de, fiziği de, bilimi de, tıbbı da filmlerden öğrenmiyor mu? Şeytana bundan daha fazla kul olunamaz diyorduk ki biz gene kendimizi şaşırttık. İstanbul Havalanında koskoca panolarda Suud’ların Milli Günlerini kutladık, hem de Türkçe! Şeytana kul olanı tebrik etmek, alkışlamak şeytana kul olmaktan daha mi evla, daha mı alçakça anlayamadım. Uygur Türklerinin çocukları Çin yetimhanelerinde benlikleri unutturuluyor, aileler ise Çin işkence kamplarında yaşamlarını yitiriyor.
Uygur Müslüman Türküne dindaşları değil Yahudi İsrail ve kapitalist Batı sahip çıkıyor. Biz mi? Biz yakında Suudların parasıyla çekilen ‘Ateşler Krallığı’nı Türkiye’ye kazandırır, Türk televizyonlarında izler, alkış tutarız!!!
İngiliz Yahudi vatandaşı Andrew her Çarşamba Çin Elçiliği önünde, diğer günlerde ise Londra’nın en işlek caddelerinde elinde ki bu pankartı geçen araçlara, yayalara gösteriyor.