Dertleşme

xxxx69

Emanet arabayla kaza yapmak, herhalde berbat bir şey olmalı. Bu köşenin ve sayfanın şahsıma verilmiş bir emanet araba olduğunu düşünüyorum. Dikkatli ve rikkatli olmalıyım.

Hem kul hakkı yememeye, hem de hakkı yenen kulları savunmaya gayret etmeliyim.

İnsanlar şiirimizi, yazılarımızı, siyasi duruşumuzu eleştirebilir. Fakat kimseye, şahsiyetimizi, ahlakımızı eleştirecek fırsat vermemeli, ona göre yaşamalıyız. Allah'a şükür.

Bizim kuşağın gençlik dönemi, değişim rüzgârlarının alabildiğine sert estiği bir döneme denk geldi. Sayın İsmet Özel'in deyimiyle, "Kendimizin ne olduğu konusunda hem alabildiğine cahil bırakılmış, hem de hevesi kırılmış bir toplumduk. Kendi aleyhimize fena halde şartlandırılmış durumdaydık." (17 Kasım 2007 tarihli dersinden.)

Bundan dolayı olsa gerek, değişmek değil, değişmemek kusur olarak görülmeye başlandı. Oysa Sayın İsmail Kara'nın da belirttiği gibi "İnsanoğlu'nun kafası esas itibariyle muhafazakârdı. Ve değişim, fiziki olarak da, ruhsal olarak da insanı rahatsız eden bir şeydi." (16 Kasım 2007 tarihli dersinden)

Yeni alınmış bir ayakkabı ya da takım elbise bile insanın yürüyüşünü değiştirirken; fikri değişiklik ne gibi sonuçlar verir, gerisini varın siz düşünün. Evet, değişim insanı rahatsız eden bir şeydi. Bu yüzden olsa gerek, ortalık rahatsız insanlarla doldu taştı. Bunların bir kısmı, yazılarımızdan, yaptıklarımızdan ve duruşumuzdan dolayı bizden rahatsız oluyorlar. Çünkü değişmeyenler, değişenlere eski hallerini hatırlatıyor. Takdir edersiniz ki, bu da onlar adına hoş bir şey değil.

Yahya Kemal Bayatlı, Siyasi ve Edebi Portreler isimli eserinin Ziya Gökalp bahsinde şöyle bir cümle kurar: "Devlet değişmiş, vatan değişmiş, hâsılı Türklüğün hayat sistemi değişmiş iken, ister dahi, ister âlim olsunlar, nihayet birer fert olan insanların değişmesinde ayıp aramak bilmem ne derece doğrudur?"

Bugünkü durum ile o günkü durum birbirinden çok farklı olmasına rağmen, yine de değişenleri ayıplamıyoruz. Devlet veya vatan değişmese de, kimilerine göre "artık devir değişti."

Sayın Özel, "Türkler Anadolu'ya geldikten sonra, getirdikleri ile buldukları arasında bir sentez oluşturmuştur" diyor. (7 Aralık 2007 tarihli dersinden) Bu sözü konumuza uyarlarsak: Bir beldeyi, bir fikri terk edip de başka yerlere gidenler de getirdikleri ile buldukları arasında bir sentez oluşturduklarını veya oluşturabileceklerini sanabilirler. Buna gönülden de inanabilirler. Fakat mesele ne olduğumuz değil, ne olacağımızdır.

Bakış açınıza ve bulunduğunuz yere göre, bir söz birden çok anlama gelebilir. Mesela "dayak cennetten çıkmadır" diyerek, dayağı savunabilirsiniz. Ya da "iyi olsa cennetten çıkmazdı" diyerek, dayağa karşı olabilirsiniz. Sonuçta, her iki duruşun, durumun içinde de cennet bahsi geçiyor...

Tekrar işimizin başına dönersek...

Bir yandan 1 kişi fazla görünsün diye mitingleri kaçırmazken, bir yandan da nerede gruplaşma varsa, hemen orayı terk ediyorum.

Bu mizaca sahip biri olarak, sayfayı oluştururken elbette dikkat ettiğim hususlar var.

Burada bir iş yapıyoruz. Adına iş dediğimiz şey insanlarla yapılır. İnsanın yaptığı, yine insan içindir. Kendisi için bile olsa, nihayetinde bir insan söz konusudur.

Biz eser ile şahsiyeti beraber değerlendiriyoruz. İkisinin birbirini tamamlaması gerekiyor. Yazarın/sanatçının bir ayağı eser ise, diğer ayağı da şahsiyettir. İnsan, ancak iki ayağı varsa sağlıklı bir şekilde yol alabilir. Ayaklarından biri eksik ise tökezler, birilerinin "desteğine" muhtaç olur. Bu destek, kimi zaman bir medya grubudur, kimi zaman yurtdışı kaynaklı bir vakıf, kimi zaman da falanca ve filanca güç odakları... Yetenekleri sınırlı ve ahlaki zaafları olan, hayatı çelişki ve zikzaklarla dolu birçok insanın 'büyük yazar' diye takdim edilmesi bundandır.

Bizde ise, kurduğunuz ilişkilerle değil, ancak yaptığınız işlerle bir yere gelirsiniz.

Burası Türkiye. Burada, bu toplumun tarih sahnesinden silinmesinden hoşnut olanlar, yine bu toplumun içinde yaşıyor. Dolayısıyla, bize çok önemli görevler düşüyor.

Hoca efendi, Cuma namazına başlamadan önce, "muhterem cemaat" dedi; "saflarımız ne kadar düzgün olursa, kalbimiz de o kadar düzgün olur."

Beni derinden etkileyen bu sözün hadisi şerif olduğunu sonradan öğrendim. Evet, öncelikle saflar düzgün olmalı. Bunun yolu da bizim düzgün olmamızdan geçiyor...

Bugün için birileri birilerine tepeden bakıyor olabilir. Önemli olan, bakanın kim olduğu değil, tepenin nerede olduğudur. Bunu da hatırlatmış olalım.