50 yaşlarındaki aksakallı mahzun Suriyeli misafiri gönüllümüz Sani Günöz’ün mahallesinden tanıdığı bir komşusu getirdi Deniz Feneri’ne. Ziraat mühendisi misafirimizin mihmandarı Arapça bilen bir Türk. Gözlerini kaçıran mahcup misafirimizin yardım istemekten utandığını kulağımıza fısıldıyor mihmandar beyefendi. Onlar, ailece terk etmek zorunda kaldıkları Suriye’den kuru canlarını getirebilmişler. İstanbul’da kiraladıkları ev için üç beş parça eşyaya ihtiyaçları varmış.
Derneğimizin imkânları dâhilinde yardımcı olacağımızı söyleyince, Suriyeli misafirimiz ilk defa başını kaldırıp yüzüme bakarak, “Yardım etmenizden daha önemlisi, bizi güler yüzle karşılamanız. Teşekkür ederim” dedi.
Deniz Feneri bugüne kadar Suriyeli kardeşlerimize 26 milyon TL tutarında ayni ve nakdi yardım ulaştırmış. Daha geçtiğimiz hafta 125 ton un ve 1100 aile için gıda yardımları ulaştırdı. MÜSİAD’ın da ciddi katkı sağladığı son yardımlarla binlerce Suriyeli ailenin yüzü güldü. MÜSİAD yöneticileri duygularını, “Üyelerimizden bir istedik beş verdiler. Onlara ve Deniz Feneri’ne müteşekkiriz” sözleriyle dile getirdi.
Hatay’da yapılan yardım teslimleri sırasında MÜSİAD Başkanı Nail Olpak da Deniz Feneri Derneği’nin Suriye meselesine duyarlığı ve üç yıldan beri devam eden yardımlarından ötürü teşekkür etti.
Bizim Radyo’da Yakup Tutum’la birlikte hazırlayıp sunduğumuz Yarım Elma programının bu haftaki konuğu Satuk Buğrahan İlim ve Medeniyet Vakfı (SİM Vakfı) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcı Ramazan Çamlıca idi.
Çamlıca, SİM Vakfı’nın bir yıl kadar önce kurulduğunu ifade ettikten sonra şunları söyledi; “Türkistan coğrafyasında yaşayan çoğu Müslüman için İstanbul mukaddes bir belde. Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İstanbul mübarek bir yer olarak biliniyor oralarda. Çocuklarını üniversite tahsili için gönül rahatlığı ile gönderiyorlar İstanbul’a. Onların istismarcılar tarafından mağdur edilmemeleri, kurda kuşa yem olmamaları için gecemizi gündüzümüze katıp koşturuyoruz. Öğrencilere kalacak ev ya da yurt ayarlamaktan burs bulmaya, Türkçe, Arapça ve İngilizce gibi dillerde ve çeşitli derslerle ilgili kurslar düzenlemeye kadar eğitim çalışmaları yapıyoruz.”
Ramazan Çamlıca’yı dinlerken SİM Vakfı gibi kuruluşlara ne kadar çok ihtiyaç olduğunu düşündüm. Bir elin parmakları kadar inanmış insanın destansı gayretleriyle nice masum evladımız kaybolup gitmekten kurtuluyor. Çamlıca’nın anlatmaya dilinin varmadığı istismar hikâyeleri de vardı. Türkistan coğrafyasındaki bir ülkeden büyük umutlarla İstanbul’a gelmiş kızların, bürokrasi içindeki bazı ahlaksızlar tarafından resmi işlerinin yapılması karşılığında tuzağa düşürülüp sonra da memleketlerine geri dönmek zorunda kalanlar olmuş. O kızlarımız ve aileleri için artık İstanbul diye mukaddes bir şehir ya da Türkiye isimli bir umut ülkesi kalmış mıdır?
…
Akşam saatlerinde getirildi odama. Acıdan, kahırdan beli büyükmüş 60’lı yaşlarının başında bir anne. Dilinden dökülen her cümle kezzap gibi yakıyor, kavuruyor dinleyenlerini yüreğini.
Kocası mühendismiş. Tırnaklarıyla kazıyarak üniversite bitiren ve kısa sürede önemli idari görevlere gelen başarılı kızları hastalanmış. Büyük ameliyatlar geçirmiş, tedavisi devam ediyormuş. Annenin elindeki dosyadan birkaç kare fotoğrafa ancak bakabildim. Yürek dayanmıyor genç kızın tedavi serüvenini dinlemeye. Baba, evi terk edip Ankara’da başka bir kadınla yaşamaya başlamış. Terk ettiği eşini telefonla arayıp hasta kızından söz etmiş bir ara, “Kanser olsaydı, ölürdü, kurtulurduk” demiş. Emekli mühendis baba, kızının aldığı ilaçlar için kesilen paraları gözünde büyütüyormuş, “Neden benden kesiliyor?” diye soruyormuş terk ettiği eşine.
Dertli anne, babasından kalan ölüm aylığıyla ayakta durmaya ve hasta kızının tedavilerini sürdürmeye çalışıyor. İlaçlardan bazılarını yurtdışından getirtmek gerekmiş. Havaalanına gidip İsviçre’ye gitmekte olan bir öğrenciden rica etmiş, yalvarmış. Öğrenci, yeni tanıştığı dertli anneye yardımcı olma sözü vermiş. Birkaç gün önce İsviçre’den ilaçlar gelmiş ama anne henüz sevinememiş. Çünkü acılı anne, 900 küsur TL’yi bulup yeni tanıştığı ve fedakârlık yapıp bin bir zahmete katlanmış gence gönderememiş henüz.
Kızının tedavileri için koştururken çektiği krediler, sonunda almakta olduğu 1500 TL’lik babadan kalma maaşın tamamen kesilmesine sebep olmuş. Anne şimdi ayda 650 TL kirayı nasıl denkleştireceğini mi, birikmiş borçlarını nasıl kapatacağını mı, yoksa giderek karmaşıklaşan tedavi süreçlerini nasıl takip edeceğini mi düşünsün?
Hasta kızını 30 yıllık eşiyle terk edip başka şehre giden bir babanın varlığını duymak, inanmak için yetmeyebilir bazılarımıza.
Ben inanmakta zorlanmadım. Bir süredir okumakta olduğum merhum Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın “Hayatım İbret Aynası” (Kaynak Yayınları) isimli hayat hikâyesinde de benzer merhametsiz, katı yürekli ve inat bir baba portresi ile karşı karşıyayız. Oğlu Ahmet Muhtar’ın bütün çabalarına rağmen yüreği yumuşamayan ve ikinci eşinin negatif tesirinden bir ömür boyu kurtulamamış bir baba, insanın yüreğini acıtıyor. Büyükçınar’ın kitabı baştan sona bir büyük mücadelenin, ilim yolunda bitmek tükenmek bilmeyen kararlılık ve azmin, göz kamaştırıcı bir ömür ve başarıların öyküsü.
Duyarlı bir baba örneğiyle ise Nevhîz’in Günlüğü (Yapı Kredi Yayınları) kitabıyla tanışıyoruz. 1912 yılının son günlerinden başlayarak yeni doğan kızının günlüğünü yazan Ahmet Nedim Servet Tör, ülkemizde örneklerine sık rastlayamadığımız güzel bir örnek sunmuş bize. 100 yıl önceki İstanbul’da yeni doğmuş bir bebeğin çevresinde olup bitenleri, o dönemin sosyal hayatından etkileyici notları buluyoruz Nevhîz’in Günlüğü’nde. Babalar, anneler, dedeler ve diğer büyüklerin çocuklarına, torunlarına verebilecekleri ne kadar anlamlı, ne kadar ince ve kadar hoş bir hediye günlükler. Bu kitapla beni tanıştıran dostum İbrahim Altan Bey’e teşekkür ederim.
recep.kocakk@gmail.com
https://twitter.com/recebkocak