“Teyze anne yarısı” derler, ya dayı? Dayı bazen baba yarısı, bazen anne yarısı bazen de mutluluğun tamamı.
İlkokulu bitirinceye kadar köyde yaşadım. Babamın Belçika’da çalıştığı yıllarda annemin babası Halil dedem hep yanımızdaydı. Babamın babası Hakkı Dedem genç yaşta vefat etmiş, onunla ilgili hatıram yok.
Babamın yurtdışında olduğu dönemde Halil Dedem ve Hüseyin Dayımın varlığı bize en büyük destekti. Babam Belçika’dan döndüğünde de dayımın bize her gelişi ayrı bir mutluluk vesilesi olurdu. Çünkü o hep anlatacak bir şeyleri olan, hafızası güçlü ve hitabeti etkili bir insandı. O, yıllar önce başından geçmiş ya da şahidi olduğu bir hadiseyi anlatırken sizi hikâyenin içine dâhil eder, olay sanki daha dün yaşanmışçasına verdiği detaylarla, anlatılanları pür dikkat dinlemenizi sağlardı.
Babam özellikle de gençlik ve orta yaşlılık döneminde çabuk sinirlenen, istemeden de olsa çevresindeki insanları kırıp döken bir insandı. Yıllar geçtikçe onun bazı özellikleri olumluya evrildi. Giderek ton ton bir dede oldu. En küçük kardeşim Abdülkadir, onun pamuk dede döneminde geçirdiği çocukluğuyla kardeşlerimiz arasında en nasipli olanımızdı.
Köyde geçen çocukluk yıllarımda bazı akşamlar babam bir şeye sinirlenir, evde adeta buz gibi kış havası eserdi. Kimsenin konuşmadığı ve dakikaların geçmek bilmediği o anlarda en büyük sevincimiz Hüseyin Dayımın gelivermesiydi.
Hüseyin Dayım gelince evdeki kış havası yerini bahara bırakırdı. O içeri girer girmez havanın farkına varır, ortamı yumuşatacak adımlar atardı. Babam onu sevdiği için, o özel bir şey yapmasa da gergin sinirleri gevşer, yavaş yavaş yüzünü tebessüm kaplardı. Dayım bize gelmişse evde bayram havası eserdi.
Dayım kendi başından geçenleri de çevresinde olup bitenleri de en komik haliyle anlatırdı. Allah vergisi bir kabiliyetti bu onda. En sıradan hadiseyi bile zevkle dinlenecek güzellikte hikâye ederdi. Onun yıllar önce anlattığı bir hatırayı defalarca dinlediğimiz halde tekrar tekrar dinlemekten usanmazdık.
Ben köye her gidişimde o eski hikâyeleri hatırlatır, ondan bir kez daha dinlemek isterdim. O da her talep durumunda yeniden zevkle anlatırdı hikâyelerini.
Babamı ahirete 2002 yılı Mayıs ayında uğurladık. Dün de Hüseyin dayım ebedi yolculuğuna çıktı. Sevdiği ve en sinirli zamanlarında gelip rahatlattığı, neşelendirdiği Nureddin eniştesinin, babamın yanına gitti.
Dayım, 70 yıla yaklaşan ömründe büyük sağlık sorunları yaşadı. Onun en zor zamanlarında bile zaaf gösterdiğini, isyan cümleleri kurduğunu hiç görmedik. Tüm zorluklara sabırla göğüs geren tevekkül sahibi bir mümindi O.
Yıllar önce bacağı kırılmış, günlerce hasta yatağında yatmak zorunda kalmıştı. Sarılık olmuş, hastalığı ilerlemiş, çeviresinden hastaneye götürme tekliflerini reddetmiş, “Ben iyiyim” demişti. Durumu ağırlaşınca Çorum’a hastaneye götürülmüştü. Hastanede yaşadıklarını da bir romanı seslendiriyormuş gibi, kendisiyle dalga geçerek anlatırdı.
Bir dönem sigarayı bırakmıştı. Köye gittiğimde, “Sigarayı bırakalı ne kadar oldu?” diye sordum. İki buçuk üç yıl kadar olmuştu sigaradan kurtulalı. O cevabında şu kadar yıl, şu kadar ay, şu kadar gün oldu” diye çok şaşırtıcı detaylar vermişti. Meğer sigarayı henüz bırakamamış olmalı ki, gün sayıyordu. Bir süre sonra sigara illetine tekrar başladı. Sonrasında da gün saymamak üzere bırakmıştı.
Sigarayı bıraktığı yıllarda uzun yıllar yarası kapanmamış bacağı kangren oldu. Ankara’ya havale edildi. Doktorlar, bacağını kesmek zorunda olduklarını anlatmışlar. Ondan dışa yansıyan abartılı bir tepki olmamış. Ama yılların tecrübesiyle hastasının içinde kopan fırtınaları hisseden doktor Dayıma, “Sigara içiyor musunuz?” diye sormuş. O, “Sigarayı bıraktım” cevabını verince, “Hadi bir tane sigara yak” diye izin vermiş. Bir dal sigara hastasına tutunacak bir dal olsun istemiş doktor.
Bacağı kesildikten sonra da yıllarca sağlıklı bir ömür sürdü. Birkaç yıl önce ilerlemiş ve bütün göğüs bölgesine yayılmış bir guatr rahatsızlığı yaşadı. Ankara’da saatler süren bir ameliyattan sonra 45 gün hastanede yattı. Guatr ameliyatından ses telleri ciddi zarar gördü. Yıllarca türkü dinlediğimiz dayımın sesi iyice kısılmıştı. Son gidişlerimden birinde ondan dinlemeyi sevdiğim bir türküyü mırıldandı. Eski günlerden eser yoktu. Türküyü yarıda kesti, “Mazot bitti” dedi gülerek. Durumunu özetleyen bir cümleydi bu. Artık sesi sadece konuşmaya yetecek kadardı.
Bütün dayılar yeğenler için önemlidir. Ama benim için Hüseyin Dayım, çoğu yeğenin sahip olamayacağı kadar zengin ve unutulmaz hatıraların, sevginin, cömertliğin, tevekkülün, insanları güzel anlatımlarla rahatlatmanın, sızlanmamanın ve halinden şikâyet etmemenin simgesi bir insan.
Onun ölüm haberini teyzemin kızı, süt kardeşim Fikriye verdi. O, askerden elinde tahta bir bavulla dönerken köyün aşağısında Fikriye ile birlikte karşılamıştık.
Mübarek üç aylarda, Receb’in 21’inde ahirete uğurladık onu. Allah onun ve bütün geçmişlerimizin taksiratını affetsin, seyyiatlarını hasenata tebdil eylesin; dayıma ve Ümmeti Muhammed’e umumen rahmet eylesin.
recep.kocakk@gmail.com