Başbakan’ın “Dindar bir nesil yetiştirmek hedefimiz” açıklaması ülkede yeni bir polemikle karşı karşıya bıraktı bizleri. Açıklamanın kaynağına inildiğinde bir grup CHP’linin 28 Şubat post modern darbe sürecinde İmam-Hatiplilere uygulanan katsayı haksızlığını gideren bir uygulamanın Danıştay’a taşınması olduğunu görmekteyiz. Bu girişimin hemen ardından da Başbakanın “Niye imam-hatiplerden rahatsız oluyorsunuz. Dindar nesiller yetişmesin mi istiyorsunuz?” şeklindeki tepkisi geldi.
Ana muhalefetin haricindeki diğer partiler tarafından olumlu demeçlerle desteklenen bu konunun CHP tarafından devam ettirilmesinin tek nedeni “bir korku veya endişeden” ibaret. Türkiye’de hangi zihniyet hakim olacak? sorusunun zihinlerinde bıraktığı endişe..
Halbuki Başbakanın sözleri bir devlet politikasından ziyade hükümette bulunan bir partinin gelecekle ilgili gerçekleştirmek istediği bir hayalin, sanki bir temenninin lideri tarafından dile getirilmesinden öte bir şey değil gibi geldi bizlere.
Karşıt tarafın bunu algılarken adeta hükümet programı gibi veya bir devlet politikası şeklinde yorumlaması ise İHL polemiğinin bir anda “dindarlık- dini hayat” tartışmasına dönüşmesine sebebiyet vermiştir.
Ortaya çıkan tablo, toplumu dindarlaştırmak için, dini hayatı zorla empoze etmek için devletin sahip olduğu tüm imkanları vesile gören bir hükümet, ona karşı direnç gösteren özgürlükçü kesimler…
Ülkemizde çoğulcu ve özgürlükçü demokratik bir ortamın sağlanması yönünde çabaların sarf edildiği bir dönemde bu tartışmalardan rahatsız, kafaları karışan bir kesimlerin mevcut olduğu da bir gerçek. Bunun yanında bu kesimlerin kafa karışıklığından mütevellit endişe içerisinde rahatsız olmalarına gerek olmadığını düşünüyorum.
Geçmişten günümüze gelen pratiğe baktığımızda iktidar olup da 10 yıldır ülkeyi tek başına yöneten, mecliste istediği zaman kanun çıkarma gücüne sahip bir partinin “dindarlık-dini hayata geçiş zorlaması manasına gelecek bir uygulamada bulundukları görülmemiştir. Kısacası; anayasadaki açık beyanıyla devlet bu zorlamaya izin veren kurum olarak görülmemektedir.
O zaman korkulacak, endişe duyulacak bir şey yoktur. Nitekim Sayın başbakan da bunu teyid edercesine yaptığı son açıklamalarda tartışmalara son noktayı koymuştur:
“Farklı inançlara yaklaşımımız ortada. Öğrencilerimizi formatlamak gibi bir niyetimiz yoktur. Kimseye bir dayatma yapmadık. Aksine daha çok özgürlük ve demokrasi istiyoruz.”
Zorlama, dayatma gibi kavramlar dini literatürde de yeri olan kavramlar. Mademki tartışma din eksenli bir hal aldı o halde şu soruyu da sormamız gerekmez mi? Dinin bu konudaki yaklaşımı nedir?
Bizler biliyoruz ki, din tercih işidir. İradi istek neticesinde kişi dine yönelir, kabul eder. Dinimizin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de dinde zorlamanın olmadı gerçeği öğretilir. Dini kaynaklara inildiğinde de insanlar tarafından ilk tercih/kabullenme sürecinde zorlamanın sonraki zamanlarda küfürden daha ağır sonuçların görüldüğü münafıklığı ortaya çıkaracağı gerçeği görülmektedir.
Sayın Başbakan dindar bir kimliğe sahiptir. Kutsal kitabımızda işaret edilen ve inanan insanların tercihinin baskı ve dayatmalardan ziyade her şeyin apaçık konuşulabileceği özgür bir ortamı oluşturma çabaları içinde olmaları gerektiğini çok iyi bilmektedir. Kendisinin de bu yolda olduğuna toplumumuzun büyük bir kesimi inanmaktadır.
Sonuç olarak;
Başbakanın “Dindar nesil” söylemini bir dayatmayı veya bir ideolojiyi çağrıştıran bir vurgu olarak yorumlayanlar oldu. Bu doğru değildir. Bu konudaki duruşu hassasiyetinin bir göstergesidir.
Gelecekte özgür, dinin, dindarlığın ve dindarların artık horlanmadığı demokratik bir Türkiye’nin oluşumuyla ilgili çabaların devam ettiği bu süreçte karşı tarafta bulunanların dayatma yönündeki açıklama ve yorumları yersizdir.
Geçmişteki uygulamalar bunun göstergesidir…
ulvi_sevecen@hormail.com