Yargıtay Başkanı, 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesine karşı çıktı dün.
12 Eylül’ün getirdiği hukuk düzeninin devamını istedi.
Yüksek yargıyı anlamak mümkün.
12 Eylül darbesi olduğunda ilk biat edenler onlardı, “anayasayı silah zoruyla lağveden” darbecileri Anayasa Mahkemesi üyeleri kutlamışlardı.
Bugün bizim sürmanşette yer alan Yıldıray Oğur’un yazısında, Yargıtay’ın 12 Eylül’de ne yaptığını, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı hakkında neler söylediklerini okuyacaksınız.
Bugün de çok farklı şeyler söylemiyorlar zaten.
“Halkın iradesiyle” parlamentoya giren siyasileri “en büyük tehlike” olarak değerlendiriyorlar.
Darbecileri “adaletin teminatı” olarak gördüklerini söyleyen Yargıtay’ın bugünkü başkanı, elbette o darbenin anayasasına da sahip çıkacak, değiştirilmesini istemeyecek.
12 Eylül’de darbecileri destekleyen Yargıtay, bugün de darbe anayasasını destekliyor.
Bu anlaşılır ve tutarlı bir davranış.
Peki, bu Kemalist sistemin ve bu sistemi pekiştiren 12 Eylül darbesinin mağdurları neden “darbe anayasasına” sahip çıkıyor?
İşte bunu anlamak güç.
Askerin “gizli ya da açık” iktidarı demek olan Kemalizm, varlığını sürdürebilmek için özel bir hukuk sistemi kurmuş.
Bu sistem, “halk iradesinin” her kararını, her eylemini denetleme yetkisine sahip.
Parlamento’nun 411 üyesi insanların giyim tarzıyla ilgili bir yasağı kaldırdığında, Kemalist bir askerî darbenin kurduğu Anayasa Mahkemesi’nin on bir üyesi bu kararı yok sayabiliyor.
Üstelik bunu, 12 Eylül Anayasası’nı da çiğneyerek yapıyor.
Bizim yüksek yargının yasakçılığı, 12 Eylül Anayasası’nın
yasakçılığını bile geçiyor.
Yüksek yargı, bugünkü biçimiyle var olduğu sürece Türkiye’de “özgürlükçü, eşitlikçi” bir anayasa yapma imkânı yok.
Eğer referandumda “değişikliklere” halk “evet” derse, yeni bir anayasanın, demokratik bir yapının önündeki engel kalkacak.
Yeni bir anayasa yapabilecek bu halk.
Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan insanların sahip olduğu haklara bu ülkede yaşayan insanlar da sahip olacak.
Zaten bu yüzden, üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği bu değişiklikleri destekliyor.
CHP Genel Başkanı ise Avrupa Birliği yetkililerinin “özgürlükten ve demokrasiden” yana oldukları için değil, “rüşvet aldıkları” için bu değişiklikleri desteklediklerini söylüyor.
Zaman zaman iyi niyetli çıkışlar yapan, “acaba CHP de özgürlükçü bir parti mi olacak” umudunu kıvılcımlaştıran Kılıçdaroğlu’nun, Avrupa ölçülerindeki bir demokrasiden hiç haberdar olmadığı anlaşılıyor bu epeyce tuhaf suçlamasıyla.
Aslında CHP’nin de bu anayasa değişikliklerine karşı çıkması anlaşılır.
Bu parti de, yüksek yargı gibi Kemalizm’in ve askerî bir devlet yapısının savunucusu.
Kemalist sistemin ezdiği insanlar neden bu sistemin değişimini sağlayacak kilidin açılmasını engelliyor?
Adil Gür’ün dün Neşe Düzel’le yaptığı söyleşide, bu referandumda “hayır” çıkma ihtimalinin olduğu görülüyor.
“Hayır”, bugünkü yapının sürmesini sağlayacağı için, yeni ve demokratik bir düzen kurmamızı, “eşitliği ve özgürlüğü” sağlamamızı çok zorlaştıracak.
“Hayır” diyecek insanların hepsi de bu düzenden, bugünkü baskılardan, yasaklardan çok mu memnun?
Avrupa Birliği üyesi toplumların sahip olduğu haklara bugün sahip olmayan insanların hepsinin bu yasaklardan memnun olmaları pek muhtemel değil.
Öyleyse, AKP’ye kızgınlıkları Kemalizm’e kızgınlıklarından fazla ya da AKP’den duydukları korku Kemalizm’den duydukları korkudan büyük.
Düzenli seçimlerin yapıldığı ve iktidarların seçimle değiştiği bir ülkede, seçimle değişebilecek bir partiyi, seçimle değişmeyecek
bir “sistem”den daha tehlikeli gören bir kesim varsa...
AKP’nin de kendisine, “ben böyle büyük bir kesimi kızdıracak ve korkutacak ne yaptım” diye bir sorması gerekiyor.
“Hayır” diyecek olanların da, “ben bir partiye kızdığım için baskıcı bir rejimi destekleyerek çocuklarıma iyi bir gelecek hazırlıyor muyum” diye sormaları gerektiği gibi...