Hukuk herkes için, üstelik her zaman lazımdır. Hava gibi, ekmek gibi, su gibi. Zira hukukun işlemediği yerde zulüm vardır.
“Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur” demiş atalarımız. Zulmün binası da olmaz, sefası da.
Zalimler için rahat uyku yoktur. Onlar “kötü son”u bekleseler de, ona inanmasalar da onunla mutlaka karşılaşacaklar.
İnsanın sahip olduğu en büyük nimetlerin başında özgürlük nimeti gelir. En aziz emanetlerin başında can emaneti ve akıl nimetini saymak gerek.
Haksız yere bir insanın canına kastedilmesi, bir insanın akıl sağlığını tehdit edecek uygulamalara maruz bırakılması kabul edilemez.
İnsanın hak etmediği halde hürriyetinin tahdit edilmesi de karşı çıkılması gereken bir zulümdür.
Başına bela gelmiş, hürriyeti sınırlanmış kişilerin kendileri öylesi bir muameleyi hak etmiş bile olsalar, onların yakınları, aileleri için üzülmemiz gerek.
Kendileri ise adaletin yerini bulması ve cezalarını çekmeleri sonunda başlarına gelenlerden ders çıkarmış ve ıslah olmuş olarak yeniden topluma karışırlarsa ne âlâ, değilse adalet kılıcını hep enselerinde hissetmeleri de memleketin huzur ve güvenliğine önemli bir katkıdır.
Kafes, sarıkız, ay ışığı, yakamoz ve balyoz gibi isimlerle anılan planlar doğru ise, ülkemiz büyük bir tehlikenin eşiğinden dönmüş. Sevinmeliyiz.
Bu iddiaların bazıları sahte, düzmece ya da abartılı ise içeri alınan kişiler ve yakınları mağdur edilmiş olacaktır.
Emniyet, istihbarat, silahlı kuvvetler, yargı ve kamu adına hizmet veren, elinde güç olduğu için çoğu gariban vatandaş tarafından icraatları sorgulanamayan kurumlarımızın kılı kırk yarmaya ihtiyaç var.
Küçük bir ihmal ya da bir dikkatsizlik muhataba karşı zulüm anlamında icraatlara sebep olacak, bu da genel huzur ve güvene vurulan darbe anlamına gelecektir.
Bugün çok sayıda muvazzaf ve emekli subay, eski kuvvet komutanı gözaltına alındı. 50’ye yakın kişi 20 adreste yapılan operasyonla emniyete götürüldü.
Bu gözaltılar, “balyoz darbe planı”na karşı balyoz gibi bir vuruş anlamına geliyordu.
Haber kanalları gün boyunca bu konuya kilitlendi.
Habertürk televizyonunda Prof. Dr. Doğu Ergil programcı Yiğit Bulut’un sorularına cevap verirken ilginç bir konuya temas etti.
Ergil, mevcut tablonun o aileleri nasıl etkilediğini şöyle özetliyordu: “Dün Ankara’da birkaç aile ile bir araya geldik. Bu aileler Türkiye’nin orta halli ve daha yüksek gelir seviyesinde ailelerdi. Mevcut gelişmelerden, gerginlikten çok etkilenmişler. Ellerimizi açıp askerin darbe yapması için dua ediyoruz ama olmuyor, dediler.”
Nasreddin Hocanın bir damadı çiftçilikle, diğeri ise çömlek işi ile iştigal ediyormuş. Kızlarından biri, “Baba dua et yağmur yağsın, yoksa mahsul az olur yanarız” diye dua talep ediyormuş.
Diğer kızı ise, “Baba dua et yağmur yağmasın, aksi halde yeni döktüğümüz bütün çömlekler mahvolur, yanarız” demiş.
Nasreddin Hoca nasıl dua edeceğini şaşırmış vaziyette, çevresinde bulunan akrabalarına, “Bu kızlardan birinin canı yanacak ama haydi hayırlısı!” demiş.
Son yıllarda ortaya dökülen darbe planlarıyla birlikte yürütülen Ergenekon davaları vatandaşı iki ana gruba ayırmış görünüyor.
Bir taraf, Türkiye’nin normalleşmesi, vesayetlerin bitmesi için dua ederken, bir taraf ise “darbe duası”na çıkmış.
Bir tarafın canı yanacak ama hayırlısı!
Duanın sadece sözlü yapılması yetmez, dua edilen konunun gerçekleşmesi için fiili çaba ve gayret de gerekir.
“Darbe duası” yapan tarafın epeyce gayretli olduğu ve en küçük fırsatları değerlendirdikleri HSYK ve Yargıtay yetkililerinin cesur adımlarından gayet net anlaşılıyor.
Yağmur duasına çocukluğumda bir defa katıldığımı hatırlıyorum. Halkımız yağmuru kastederek, “rahmet yağıyor” der.
İnsanımız, samimiyet ve kararlılıkla “Rahmet duası” için ellerini kaldırmalı. Rahmeti celb edecek çaba ve kararlılık yeteri kadar sergilenemezse, korkarız bu gidişin sonu “zahmet” olacaktır.