İnsanın kendi kaderini belirleme imkânına sahip olduğu anlar çok fazla değildir.
Bana sorarsanız hayatın en acıtıcı gerçeği de budur.
Kendimize ait bir hayatı, başkasına ait kararlarla yaşamak.
Belki de bu yüzden, bütün insanların kendi hayatlarını kendi kararlarıyla belirleyebilecekleri bir dünya isterim hep.
Bunun mümkün olmadığını da bilirim.
Bir ormanda tek başınıza yaşarsanız belki böyle mutlak bir “özgürlüğe” sahip olabilirsiniz.
Orada bile doğanın yasaları sizin iradenizi sınırlar.
Yürüyüşe çıkmak istediğiniz bir gün alabildiğine yağmur yağar mesela.
Toplum içinde yaşadığınızda, başka insanların iradeleriyle çatışır istekleriniz.
Siz bir film izlemek istediğinizde çocuğunuz parka gitmek isteyebilir, siz evde yan gelip yatmak istediğinizde sevgiliniz “hadi biraz dolaşalım” diyebilir.
Kendi küçük hayatınızdaki bu “çelişkileri”, gene de kendi iradenizle yaptığınız tercihler yönetir, sevdiğiniz birisinin isteğini kendi iradenizle kabul edip, onun isteğini gerçekleştirirsiniz.
Bu “minik” teslimiyetlerinizde sevdiğinizi memnun etme “isteği” gene de size ait bir istektir.
Oradaki kararınızda kendi “iradenizin” payı vardır.
Yaşadığınız toplumla ilgili kararlarınızda da çatışmalar ve sınırlamalarla karşılaşırsınız.
Toplumun içinde gruplar vardır ve sizin isteklerinizi paylaşan grubun tercihi diğerleri tarafından kabul görmez.
Onlar daha kalabalıksa onların dediği olur.
Sizin arzularınızın gerçekleşmediği bu noktada bile sizin iradenize bir yer ayrılmıştır, “daha kalabalık olanın dediğinin yapılması” kuralını siz kendi iradenizle kabul etmişsinizdir.
Kaderinizi ve yaşama biçiminizi belirleme “yönteminde” sizin bir payınız bulunur.
Neyin yapılacağına sizin istekleriniz doğrultusunda karar verilmemiş olsa bile, neyin yapılacağına karar verme mekanizmasında siz de yer almışsınızdır.
Söz hakkınızı kullanmışsınızdır.
Yaşadığınız toplumda sizin isteklerinizin gerçekleşmemesi, istediğiniz bir toplumu yaratamamanız “sıkıcıdır” ama “aşağılayıcı” değildir.
Kader sizin talepleriniz doğrultusunda şekillenmese de o kaderin belirlendiği sahnede bulunmak bir tesellidir.
Kaybederken bile kaderin belirlenmesinde rol almış olursunuz.
“Aşağılayıcı” olan, sizin “kaderin belirlendiği sahneden” atılmanızdır, kararın size sormadan başkası tarafından verilmesidir.
Onun için diktatörlükler, askerî darbeler, sizin “söz hakkınızı” yok sayan zorbalıklar insanı her şeyden fazla öfkelendirir.
İnsan, her zaman kendi kaderini belirleyemese de, hiç olmazsa o kaderin belirlenmesinde bir “söz hakkı” olsun ister.
Sizin dediğiniz olmasın ama hiç olmazsa “ne diyorsun” diye sorsunlar.
Diktatörlüklerde, size sormazlar.
Söz hakkınızı, varlığınızı yok sayarlar.
“Söz hakkınız” olduğu sürece o toplum içinde bir varlıksınızdır, kendi iradenizin tersine gelişen olaylarda bile sizin iradenizin bir payı bulunur, o “pay” sizi toplumun içinde var eder, sizin “aşağılanmanızı” önler.
Söz hakkınız olduğu bir yerde cümleye “ben” diye başlayabilirsiniz, isteklerinizi söyleyebilmek size “ben” deme hakkını verir, söz hakkınız yoksa “ben” deme hakkınız da yoktur.
İnsanı en aşağılayan durum da onun “ben” deme hakkının elinden alındığı durumdur.
“Sen bir hiçsin, sen yoksun, kendi kaderin hakkında söz söyleyemezsin” diyenler, bu zorbalığı ancak silahla gerçekleştirebilirler.
Darbecileri, zorbaları bir “alçak” yapan da, sizin ona verdiğiniz silahı size karşı kullanması, kalleşçe sizi arkanızdan vurmasıdır.
Silahlı zorbalarla, silahsız kurbanların hesaplaşması kolay değildir.
Ama kader bazen “kurbanlara” da bir şans tanır, onlara hesaplaşma fırsatı bağışlar, kendi kaderini belirleme hakkını onun avucuna bırakır.
Silahlı bir zorba tarafından aşağılanmak ve yok sayılmak ne kadar aşağılayıcıysa, o zorbayla hesaplaşma fırsatını ele geçirip, o zorbayı silahsız bir şekilde yenmek de o kadar zevklidir.
Kadere hükmettiğini hissettiğin andır o.
Kendini, varlığını, iradeni, yeryüzündeki gölgeni somut biçimde gördüğün andır.
Her zaman olmaz bu.
Ama olduğunda, kaderin sana bağışladığı bu büyük imkânın hakkını vermek, bu şansını kullanmak, kaderini kendi eline almak ve bunun alabildiğine tadını çıkarmak gerekir.
Zorba bir alçağa dersini vermekten daha büyük bir mutluluk yeryüzünde az bulunur çünkü.