Cumhuriyet aydınlarının azaldığından, bu sebeple de cumhuriyet kazanımlarının heba olacağından korkan bir kesim oluştu bu günlerde.
Özellikle 50’li yıllara kadar etkinliğini son derece baskın bir halde koruyan, sosyal yaşama kadar hayatın tüm alanlarına müdahale edebilen bu aydın profilinin gerçekte ülkeye katkısı ne düzeyde olabilmiştir?
Özlem duyulan cumhuriyet aydınlarının övündüğü ve ardıllarının da bu sebeple nerdeyse kutsadığı iki temel parametre olmaktadır. Bunlar; cumhuriyet ve modernleşmedir.
Cumhuriyet olgusunun tarafsız bir yaklaşımla kaçınılmaz olduğu, özellikle 19. Yüzyıl gerçeklerinde yeni bir krallığın kurulamayacağını bütün tarih ve sosyal bilimciler bilir. Ya mevcut hanedanla devam edilecek ya da cumhuriyet yönetimine geçilecekti. Yeni bir hanedanlığın kurulması ve meşru zeminde hareket edebilmesi reel politikle mümkün olamayacağına göre cumhuriyet kaçınılmaz olarak tek alternatif olabilmiştir.
Gelinen süreçte cumhuriyet ile problemli bir kesimin olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Nitekim ilk kuruluş yıllarında bile cumhuriyet’e karşı her hangi olumsuz bir tavır olmamıştır. Fakat cumhuriyetin mahiyeti ve içeriği istenen gibi olabilmiş midir sorusu bu gün bile zihinleri kurcalamaktadır.
Nihayetinde cumhuriyet tek başına ele alındığında, bir yönetim şekli olarak katı devletçiliği ifade eder. Devleti esas alır ve bireyler ve halk karşısında korunacak bir konuma koyar. Demokrasi ve insan haklarını esas almayan cumhuriyetin monarşik devlet yapısından fazla erdemlerinin olduğunu söylemek zorlama bir yaklaşım olur. Bu gün bile katı yönetimler sergileyen birçok dünya ülkesinin cumhuriyet olduğunu gözden kaçırmamak lazım.
Hal böyle iken nerdeyse 100. Yılına yaklaştığımız cumhuriyetin, kurucu ekibinin uygulamaları, yani bir kesimin övündüğü ve methiyeler düzdüğü cumhuriyet aydınlarının bıraktığı miras tam bir kaos olabilmiştir ancak.
Etnik, dini, mezhepsel ve ideolojik problemlerimizin hemen hepsinin müsebbipleri övünülen cumhuriyet aydınları değil midir? Kafasını kuma gömüp her türlü farklılığı dışlayan, en acımasız yöntemlerle yok etmeye çalışan ve kendi ideolojik evrenlerinde oluşturdukları dünyaya kendileri gibi olmayanı kabul etmeyen bu cumhuriyet aydınları değil midir?
Kendi halkının kültürünü, gündelik hayatında derin kök salmış geleneksel unsurları küçümseyen ve tüm bu değerleri yok etmek için baskıcı yöntemlerle saldırı üstüne saldırı düzenleyen aydın modelinin bu yüz yılda yeri olabilir mi?
Halkın kültürel taleplerine karşı, ülkede “irtica” hortladığını ve çağdaşlaşmaya karşı olduğunu yüksek seviyeden seslendiren ve bunları “gerici, mürteci, fanatik, barbar, fundamantalist ve ebedi suçlular” ilan eden bu aydınlardır. Bunların gerektiğinde hapsedilir, işkence görür, gerektiğinde de tenkil edilebilirliğini savunabilen bu aydınlar için savundukları tüm değerleri unutup, gerektiğinde “rejimin zinde Kuvvetleri”ni yani ordunun müdahalesini istemek son derece meşru bir yaklaşımdır. Yoksa 1960, 1972, 1980 ve 28 Şubat nasıl izah edilebilir.
Bu turfanda aydınların yetiştiği serayı devlet kurmuştur ve devlete sırtını dayayıp her türlü insan hak ve özgürlüklerinin ancak kendileri için geçerli olduğuna inanan, Aşık Veysel’i bile Kızılay’a köylü diye sokmayan bu aydınların tek görevi batı modernizmine hizmet etmek olmuştur.
Modernlik ile medenileşme arasındaki farkı bile anlamaktan yoksun bu aydınların özlenecek olabilmesi ancak ve ancak ideolojik körlükle izah edilebilir.
Oysaki aydın; muhalif olabilen, halkın değer yargılarını önemseyen, halkına karşı sorumluluğunun bilincinde olarak zihni ve sosyal faaliyetlerde öncülük yapabilen olandır. Bilinçli veya bilinçsiz olarak bir başkasının yaşayış tarzını taklit etmeye çalışan kişi aydın değil, ancak asimile olmuş kişidir. Çünkü böyle bir kişi, kendi kökenini, ulusal, kültürel ve karakterini çizen tüm özelliklerini unutur; hatırlasa bile onlara karşı korkunç bir nefret duyar.
Cumhuriyetin aydınlarından bahsedeceksek tüm bu süreç içerisinde halkın duygularına tercüman olabilmiş, gerektiğinde tavır ve eylemleri ile bunu başarmış olanlardan bahsedebiliriz.
Şüphesiz zaman ve koşullar içerisinde çıkabilmiş böylesi bir çok aydınımız var ve bir çoğu aydın olmanın sorumluluğu ile çok ağır bedeller ödemişlerdir. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u bu arkadaşlar cumhuriyetin bir aydını olarak kabul edebiliyorlar mı merak ediyorum?
Akif’i aydın kabul ediyor isek ödediği bedelin çocuklarına kadar hatta torunlarına kadar nasıl ödettirildiğine bir baksınlar. Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı, Necmettin Erbakan’ı, Said’i Nursi’yi ve buraya sığmayacak birçok entellektüeli aydın sınıfına sokuyor mu bu “cumhuriyet çocukları” olmaktan övünen arkadaşlarımız.
Sahi son yüzyılda dünya çapında kaç entellektül aydın yetişti veya yetişti de bizim mi haberimiz yok?
Ve tabii ki şunu da eklemeden geçemeyeceğim; cumhuriyetten önce de devrine göre günümüze ışık tutabilecek birçok aydınımız vardı…
mail: trntoprak@hotmail.com