Cumhuriyetçiler bir anda saray protokolcüsü oluverdi...

xxx33

Kraliçe 2'nci Elizabeth'in ziyareti dolayısıyla, hepimiz protokol uzmanı olduk. Ağızlarını her açışlarında "Cumhuriyet tehlikede" diye söze başlayanlar bile, TV'lerde "Saray Protokolü" hakkında ahkâm kesip, iktidar mensuplarının bu protokolün kurallarını nasıl çiğnediğini anlatmaya çalışıyor.
Oysa saray protokolü ile en fazla İngilizler alay eder.
Tarihten bir örnek vereyim.
Britanya hükümdarlarınca verilen nişanlardan birinin adı "Dizbağı Nişanı" dır (Order of the Garter). Bu nişanı alanlara "Dizbağı Şövalyeleri" (Knights of the Garter) denir.
Kral 3'üncü Edward tarafından ilk kez 1348'de verilen ve sadece 24 kişinin sahip olabileceği kuralına bağlanan Dizbağı Nişanı sahiplerinin içinde bulunduğu topluluk, bir çeşit kapalı dernek gibi algılanır. Bu 24 şövalye, tahtın en sadık bendeleridir.
"Dizbağı" kadınların çoraplarının düşmemesi için kullandığı jartiyer gibidir. Bu nişana bu yüzden "Order Of Garter" denir.
İngiliz kaynaklarına göre, eski İngiliz kralları yemek yerken mutfakta pişen yemekler salonun kapısına kadar garsonlarca getirilirmiş. Kapıda yemek tepsilerini Dizbağı Nişanı'na sahip olan şövalyeler alırmış ve dizlerinin üzerinde yürüyerek, kralın tabağına servis yaparmış.
Fransız Kralı 12'nci Louis'nin temsilcisi, İngiliz Kralı 8'inci Henry tarafından yemeğe davet edilmiş. Kral'la Fransız temsilci sofraya oturmuş ve Dizbağı Şövalyeleri, dizlerinin üzerinde sürünerek onlara yemekleri servis etmişler.
Bir ara 8'inci Henry, Fransa Kralı'nın temsilcisine övünerek sormuş:
- Sizin Kralınıza da şövalyeler dizleri üzerinde servis yapar mı?
Fransız temsilci gülmüş,
- Majesteleri, bizim Fransız Sarayı'nda yemekler o kadar lezzetlidir ki, kimse diz çöküp yemekler kötü olduğu için özür dilemek zorunda hissetmez kendini, diye cevap vermiş.

En kısa kitaplar
Tarihlerinin başlangıcından beri monarşi rejimiyle yönetilen İngilizler, bununla alay etmeyi de hiç unutmaz. Aslında İngiliz karakterinin en büyük özelliği de budur zaten.
Örneğin İngiliz mutfağının lezzet yoksunu olması da, İngiliz mizahının en büyük alay konularındandır.
Ve bazılarına göre dünyanın en kısa üç kitabının başlıkları da şöyledir:
- Latin Amerika'nın Demokrasi Tarihi
- Alman Mizahı Antolojisi
- İngiliz Mutfağı
Kraliçe 2'nci Elizabeth Bursa'da, üzerine erimiş tereyağ akıtılmış çift porsiyon İskender Kebabı yeseydi, ağız tadından yoksun geçen kayıp yıllarına herhalde yanardı.
Tabii bilemiyorum konuk Kraliçe'nin neler yediğini.
Ben 1960'ların başında Stroud adlı kasabadaki bir fabrikada bir yaz süresince işçi olarak çalışmıştım. O zaman İngiliz mutfağında da lezzetli bir yemek olduğunu keşfettim.
Bu "Fish and chips"di.

İngilizleşmek
Sabaha kadar açık olan bir dükkânda, kaynar yağa morina balığı parçaları lop olarak atılır ve kızartılırdı. Dükkânın sahibi sonra bir gazeteyi huni biçiminde büker ve içine bu kızarmış balığı koyar, bunun üzerine de bir kürek patates kızartması atardı. Bunların üzerine de çok kuvvetli bir sirkeyi boca ederdi. Eğer ekstra para verirseniz, 2-3 tane de soğan turşusu koyardı bunların üzerine.
Gece kaldığım pansiyona doğru yürürken, parmaklarımı kullanarak balığı, patates kızartmalarını ve soğan turşusunu yerdim. Bu kombinasyonun tadı hâlâ damağımdadır.
Acaba Kraliçe 2'nci Elizabeth, bir gece yarısı açlığını, sokaktaki "Fish and Chips" çide giderdi mi?
Tavsiye ederim. Tavada kızarmış balığa limon sıkmayın, sirke döküp yiyin.
Kendinizi hafif İngilizleşmiş hissedeceksiniz.
Böylece Türkiye'deki demokrasi tarihine, ağzınızdaki lezzet silininceye kadar Latin Amerika'daki demokrasi tarihi biçiminde bakmaktan vazgeçebilirsiniz.
Muhafazakâr Churchill, İşçi Partili rakibi Atlee için "O kuzu postuna bürünmüş bir kuzudur" demişti ya. Bakarsınız siz de "Türkiye'de siyaset demokrasi postuna bürünmüş oligarşidir" benzeri özdeyişler üretmeye başlarsınız...