Orkestralar maestro denen usta yöneticilerin eşliğinde güzel dinletilerin kaynağı olurlar.
Maestrosuz orkestraların icra ettiği şeye eser yahut müzik diyemezsiniz.
Diyenler olsa bile, ruhunuza gıda olacak zevki alamazsınız.
Maestroların hüneridir ki aynı besteyi aynı orkestranın bile başkalarından daha iyi sunmasını sağlar.
Nasıl iyi bir mutfakta bir tek aşçıbaşının varlığı kaçınılmazsa, çok aşçıyla iyi yemek pişirmek mümkün değilse, aynı şekilde birden fazla maestro ile de mükemmel bir orkestradan iyi bir müzik yansıtamazsınız.
Çok maestro ile orkestra yönetilemeyeceğini bütün orkestra şefleri bilirler.
Bu, değişik seslere sahip şarkıcıların düet yapabilmesi yahut uyumlu koro oluşturabilmesi olgusuyla karşılanabilecek bir durum değildir.
Hatta bu durum şeflerin ''one man show'' karakterlerinin de bir zorlamalı sonucu hiç değildir.
Baş başa bağlıdır, esas baş yahut ''bir numara'', işin doğası gereği, bir tane olmalıdır.
Aksi halde senfoni değil, belki ancak kakafoni sunulabilir.
Notalarla, çalgılarla, vurgularla birlikte dinleyen kafalar da karışır, açıkçası şişer…
Müzikten dinleyici olarak bile çok anladığımı söyleyemem.
Ama iyi devlet adamları, teşbihte hata olmaz düsturuna sığınarak, ülke yönetimini bazen seyisin ata binmesine, bazen de şeflerin orkestra yönetmesine benzetirler.
Tarihe yön vermiş, çağlar açıp kapatmış, yahut dönüşümler başlatmış bütün büyük şahsiyetler tek başına orkestra yönetmiş şefler gibidirler.
Onların parmak uçları Kızılelma'yı göstermiş, kamçı şaklatması hedef tayin etmiş, bakışlarının şiddeti ve kaş çatışlarının derecesi zaferlere açılımın hudutlarını belirlemiştir.
İyi de, şimdi en son isimlendirilmesiyle ''milli birlik ve kardeşlik projesinin'' açılım sürecinde hazmettire hazmettire atacağımız adımlar gerçekten her sözü belirleyici olan bir şefin inisiyatifinde mi yürütülmektedir? Bu, pek sağlıklı şekilde algılanamamaktadır.
Medyamızın kanlı katillerden yana mürekkep akıtan kalemşorları ayrı ayrı yönlerden süreci yastıklamaya, akıntının önündeki hız kesen çalı çırpıyı alırcasına hıh deyicilik yapmaya yeltenmektedirler.
Habur'da olanları görmezden geliyorlar. Türk yargısının eski genel kurmay başkanlarını bile devletin hakimi huzuruna getirdiği unutularak eşkiyanın ayağına mahkeme taşındığı gerçeği geçiştirilmektedir. Terhis olmamış gerilla kıyafetiyle milletvekillerinden dahi üstün dokunulmazlık bahşedildiği dillendirilmemektedir.
Alçaklara dahi karlar yağmışken, dağlarda nasıl çiçek açtığını anlayamıyoruz!
Şehit yakınları ve gaziler üşüyor; yetimler titriyor…Dağdakiler ısınıyor, tepiniyor…
Köpeğinin incinmesine ağlayan bazıları bile bu halde taşların da ağlaması gerektiğinden bahsediyor. Millet suskun, cenazelerdeki heybetli kalabalıklarla nazire yapıyor!
Pandora kutusunu açtık elhamdülillah!
Etrafa misk ü amber saçtık elhamdülillah!
Barışla kendimizden geçtik elhamdülillah!
Çok seçenek içinden seçtik elhamdülillah!
Yürekler dayanmalı, yürekler de yanmalı…
Bu oratoryo mu, senfoni mi, arya mı, ne olduğu belli olmayan AB/ABD ortak yapımı çok maestrolu tınıyı milletimize dinletmekten büyük zulüm olamaz.
Bayburtlu'nun malum senfoni orkestrası için dediği gibi, Türkiye Türkiye olalı bu kadar aşağılanmamış, böyle zulüm görmemiştir!
Ben bu kadar çok maestrolu bir orkestradan ruha sükun veren, gönül tellerimizi titreştiren, içimizi ferahlatacak bir müzik açılımı beklemiyorum.
Son söz: El elin eşeğini ya türkü çığırarak, ya da ıslık çalarak arar. Hele bu el Coni'ninse sevincinden alkışlar…
Selam ve saygılarımla…