Kapitalizm, 1929-30 krizinden sonraki en büyük krizini yaşıyor. Peki, kapitalist sistem çöküyor mu acaba? Bu kriz, çok kutuplu bir dünyanın habercisi olabilir mi?
Birinci sorunun da, ikinci sorunun da cevabı aynı aslında: Kapitalist sistem çökse de, aslında (seküler-kapitalist dünya sistemi) çökmeyecek ve bu sürecin sonunda en azından kısa ve orta vadede çok kutuplu bir dünya kurulamayacak.
Başka bir deyişle, kapitalist sistemin çökmesi, belki Amerikan yüzyılının ya da imparatorluğunun, hatta tek kutuplu dünya'nın görünüşte çöküşünü getirebilir. Ama bu durum, cârî durumu pek değiştirmez; seküler-kapitalist aktörleri değiştirir sadece. Burada sorulması gereken asıl soru şu: Kapitalizmin çöküşü, en azından kısa (25-50 yıllık) ve orta (50-100 yıllık) süreçte, kapitalizmin dışında, alternatif bir entelektüel, siyasî ve ekonomik paradigmaya dayalı küresel bir sistemin kurulması sonucunu doğurabilir mi acaba?
Her şeyden önce, biraz önce de değindiğim gibi, kapitalist sistem çökse de, seküler-kapitalist dünya sistemi çökmeyecek. Çünkü 1929-30 krizine benzer şartlar mevcut değil şu ânda: O zaman kapitalizmin bir alternatifi vardı: Sosyalizm. Bugün görünürde kapitalizmin alternatifi kalmadı. Daha doğrusu, kapitalizm alternatiflerini birer birer yok etti.
İşte bütün mesele de burada gizli: Kapitalizmin görünürde bir alternatifi yok. Kapitalizmin alternatiflerinin olmadığı ya da kalmadığı bir dünyada kurulacak çok kutuplu bir dünya, gerçek anlamda çok kutuplu bir dünya olmayacak; bu, mevcut sistemin simülasyonu olacak sadece: Rusya'nın, Çin'in başını çekecekleri ikinci bir kutup da; ya da AB'nin başını çekeceği bir başka kutup da, kapitalizmin dışında, gerçek anlamda alternatif, yeni bir kutup olma özelliklerine hâiz değil çünkü.
Bu durumda, gerçek anlamda çok kutuplu dünyanın habercisi olabilecek tek seçenek var: İslâm dünyası. Ancak İslâm dünyası, şu ân, küresel kapitalist sisteme entegre olmak için çırpınan savruk ve sarsak bir görünüm arzediyor. Aslında ABD ve küresel sistemin diğer lordları, seküler-kapitalist sistemin önündeki tek alternatifin İslâm dünyasından (orta ve özellikle de uzun vadede) gelebilecek bir medeniyet sıçraması olduğunu çok iyi biliyorlar. O yüzden, yaklaşık çeyrek asırdır, İslâm'ı sekülerleştirerek ve terörle özdeşleştirilerek önce iddialarını ve itirazlarını yok etmek; sonra da alternatif bir medeniyet meydan okumasıyla birlikte geliştireceği tekliflerini büsbütün iptal etmek için İslâm'la postmodern yöntemlerle fiilen savaşıyorlar.
Seküler-kapitalist sistemin tek alternatifinin, (sistemin lordlarının doğrudan İslâm'ı hedef tahtasına yatırmalarından da açıkça görülebileceği gibi) İslâm'a dayalı yeni bir medeniyet sıçraması imkânı olduğunu görememek için ya kör olmak ya da seküler-kapitalist sistemin kölesi olmak gerekiyor galiba. Rusya'nın da, Çin'in de, Hindistan'ın da, Japonya'nın da seküler-kapitalist sistem tarafından u/yutulduğu bir dünyada paradigmatik anlamda çok kutuplu bir dünyanın kurulabilmesi ancak İslâm'ın tarih yapıcı ve tarih kurucu yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmesiyle mümkün olabilecek bir gerçektir. O yüzden, çeyrek asırdır bu sıçramayı önlemek için İslâm'la savaşıyorlar.
Bu medeniyet sıçramasını, gerek tarihî tecrübesi, gerek coğrafî konumu, gerek siyasî, ekonomik ve stratejik imkânları bakımından yalnızca Türkiye'nin başlatabileceğini çok iyi biliyor seküler-kapitalist sistemin lordları. Bu nedenle, yeni bir medeniyet sıçramasının yegâne esin ve besin kaynağı olan Osmanlı medeniyet idea'sının ve tatbikatının coğrafyası demek olan Balkanların, Kafkasların ve Ortadoğu'nun işgal edilmesiyle birlikte Türkiye kuşatılmış, Türkiye'nin etrafı ateş çemberiyle sarılmıştır. Fehmi Koru'nun telâffuz ettiği ve güme giden, "krizin Türkiye için fırsat olabileceği" tespiti işte bu anlamda hayatî önem taşıyor. Ama burası Türkiye tabiî: Seküler-Batılıların gönüllü acentalarının cirit attığı kendi-kendini sömürgeleştirmeyi marifet sanan palyaçolar ülkesi yani.