Farklı etnik kümelerin oluşturduğu toplumsal yapılarda etnik kümelerin toplumun ve ülkenin çeşitli kaynaklarını eksiksiz kullanımını ve karar alma süreçlerine eksiksiz katılımını sağlayacak ilişkilerin ve kurumların düzenlenmesi ve anayasal teminatın oluşturulması çok kültürlülük açısından önemlidir. Pek çok ülkede bunun uygulama örneklerini görmemiz mümkündür. Örneğin bu konuda İspanya ilgiye değer bir örneklik teşkil etmektedir. Nüfusu Kastilyanlar (yüzde 73), Katalanlar (yüzde 17), Galicialar (yüzde 8), ve Basklar (yüzde 2) olmak üzere İspanya dört etnik kümeden oluşur. 1978 İspanya anayasası üniter devlet yapıyla birlikte etnik bölgelerin özerkliğini vurgular. İspanyaya anayasası 2. maddesi şu şekildedir: bu anayasa İspanya ulusunun çözülemez tekliğine ve İspanyolların bu ülkesinin bölünemezliği üzerine temellenir, fakat bu ülkeyi oluşturan bölgelerin ve farklı etnik kümelerin kendini yönetme hakkını ve birbirleriyle dayanışma gerekliliğini kabul eder ve garantiye alır. İspanya anayasasının maddesi Kastilya (İspanyolca) dilinin devletin resmi dilinin olduğunu belirtmesinin yanında diğer dillerin özerk bölgelerdeki toplulukların konumları çerçevesinde resmi dil olarak kullanılacağının da altını çizer. Aynı madde azınlıkların ulusal bütünlük için bir tehlike değil birleştirici bir unsur oldukları ifadesine yer verir. Yine İspanya anayasasının 143. maddesi ortak tarih, kültürel ve ekonomik özelliklerde benzerlik taşıyan iller bir araya gelerek özerk bölge oluşturma hakkı tanır. 148. madde ise özerk bölgelere ulusal çıkarlara aykırı olmamak kaydı ile içişlerinde özellikle kültürel ve dille ilgili konularda kendilerini yönetme yetkisi verir.
Demokratik ülkeler bünyesinde barındırdığı farklılıkların her türlü insani/hukuki haklarına özel bir itina göstermektedirler. Kanada’nın Quebek eyaletinde yaşayan ve ayrılarak bağımsız bir devlet kurmak isteyen Fransızlarda olduğu gibi. Bilindiği gibi Kanada çoğunluğu İngilizlerden oluşan bir ülkedir. Quebek eyaletinde ise Fransızlar yaşar. Quebek'lilerin de bizim DTP gibi ayrılıkçı bir partileri var, adı BLOK. Kanada kanunlarına göre bu parti seçimlerde yüzde 51 oranında oy alırsa Fransa'nın ayrılmasına izin verilecek. BLOK şimdiye kadar bu oranı yakalayamadı, yakalaması da mümkün görünmüyor çünkü Kanada'da Fransızca ikinci resmi dil, Fransızca bilmeyen birisinin bırakın başbakan olmasını adaylığı bile söz konusu edilmiyor.
Quebek eyaletinde her şey Fransızca, okullar, devlet daireleri, tüm TV'ler vs. Quebek dışında İngilizlerin yaşadığı bölgelerde de Fransızca ikinci dil, Kanada'da bir devlet dairesini telefonla aradığınızda size sorulacak ilk soru; "Servisinizi İngilizce mi yoksa Fransızca mı istiyorsunuz?" olur. İngilizlerin yoğun yaşadığı bölgelerde de Fransızların Fransızca eğitim veren okulları var. Bu bölgelerde örneğin kablolu TV'ye abone olmak istediğiniz zaman bir tane de Fransız TV almak zorundasınız, Fransızca bilmeseniz bile bu zorunlu! Her iki dönemde bir Fransız kökenli birisinin başbakanlık yaptığı Kanada'da hükümet doğal olarak ayrılıp, bağımsız bir devlet kurmak isteyen Fransızlara soruyor; ayrılma haklarınızı kimse engelleyemez bunu anlayabiliyoruz ancak bizden neden ayrılmak istiyorsunuz? Bölgenizde Fransızca birinci dil, okullarınız, devlet daireleriniz, tüm TV'leriniz hep Fransızca hem ayrılırsanız ekonomik anlamda bu bir yıkım olur gibi söylemlerle ayrılıkçı Fransızları ikna ediyor. Bu yüzden Kanada'da ayrılmak isteyen Fransızların sayısı oldukça düşük ve BLOK seçimlerde sürekli düşük oy alıyor.
Finlandiya’da bakalım isterseniz bu ülkede nüfusun yüzde altısını İsveçler oluşturur. Anayasa Fin ve İsveç dillerini konuşan vatandaşların kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarının eşit ve tam olarak karşılanacağını garanti eder. Belediyelerin kendi bölgelerindeki azınlık çocuklarının temel ilk eğitimlerinin kendi dillerinde sağlanması için görev yükler.
Çok kültürlülük uygulamaları bağlamında İsveç’ten bir anekdotu aktarmak ilginç olacaktır. 1990’lı yılların başlarında yaklaşık 120 farklı dilin zorunlu ilkokul eğitiminde resmi eğitim dili olarak kullanılıyor oluşu İsveç’in çok kültürlülüğe yaklaşımı açısından önemli bir örnektir. İsveç’te çok kültürlülük dört temel ilke üzerine kurulmuştur. Bu ilkeler; toplumsal birliktelik, kültürel kimlik, siyasi ve ekonomik imkânların kullanımlarının eşitliği ve toplum içinde eşit sorumluluk ve katılımdır.
Hindistan’da etnik ilişkiler anayasal düzenlemelere tabidir. Hindistan anayasası etnik kimliklerin korunmasını anayasal güvence altına alırken 29. maddesinde şöyle der; Hindistan’da yaşayan vatandaşlardan farklı dilleri ve kültürleri olanlar bunları koruma ve yaşatma hakkına sahiptirler. Dil ya da dini bağlamda azınlık durumda olanların kendi eğitim kurumlarını oluşturma ve yönetme hakkını Hindistan anayasasının 30. maddesi düzenler. Hindistan anayasasının 350 A maddesi ülkede yerel hükümetlerin ve bölgesel yetkililerin azınlık çocukların ilköğretimlerinde ana dillerinde eğitim yapabilmeleri için gerekli olanakları sağlama zorunluluğu getirir.
Singapur 1965’ten beri tek ulus olma ideallerini çok kültürlülük ekseninde sürdüren ülkeler arasındadır. İngilizce, Çince, Malez ve Tamil dilleri resmi dil olarak kabul edilmiştir. 1982 Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası Çin’in üniter ve çok uluslu bir devlet olduğunun altını çizer. Çin anayasası azınlık dillerin resmi kullanımlarının düzenlenmesini garanti altına alırken devletin resmi dilinin kullanımın yaygınlaştırılması için gerekli girişimleri yapmayı hedefler. (Thornberry, 1991: 27). Yine Çin anayasasının 4. maddesi; bütün etnik grupların eşitliğini, azınlık ulusların yasal hak ve isteklerinin korunacağını, uluslar arasında karşılıklı yardım eşitlik ve birlikteliğe dayalı ilişkilerin geliştirileceğini, her hangi bir ulusal azınlığa karşı ayrımcılık ya da baskının yasaklanmış olduğunu ve ulusların birlikteliği ve dayanışmalarını zayıflatacak girişimlerin yasak olduğunu belirtir.
Çok kültürlülük politikalarının uygulandığı ülke tecrübelerinde gözlenebileceği gibi çok kültürlü yapı üniter devlet yapısını dolaylı ya da dolaysız tehdit edecek bir unsur değildir. Farklılıkların karşılıklı olarak benimsendiği çoğulcu bir anlayışı ortaya koyan çok kültürlülük temelinde bir siyasal proje farklılıkları; siyasi, sosyal, ekonomik zenginliğin üretilmesinde önemli bir imkân haline dönüştürmektedir. Devletlerin üniter yapısını asıl tehdit eden unsur ise farklı etnik gruplara karşı, asimilasyon, ötekileştirme, ayrıştırma ve etnik yok ediş yönteminin benimsenmesidir. Bu yöntemin benimsendiği devletlerin tarihine baktığımızda oldukça kanlı ve insanlık adına utanılacak türden şiddetin yaşandığını görürüz. Ekolojide yaşamı sürdürmenin ön koşulu türler arasındaki çeşitliliktir. Çeşitliliğin korunması ve sürekliliği ekolojik çevrenin devamını sağlar. Tek başına bir türün doğada yaşamını sürdürme şansı yoktur.
Bütün dünyayı tek dil, tek kültür ve tek din egemenliği altına almak yaratılışın doğasına ve düzenine aykırıdır. Çok kültürlülüğü savunmanın bölücülük olduğu görüşü; yaratılışın doğasını kavrayamamaktan ve insanın yaratılışa müdahale etme “sapkınlığından” ileri gelebilir ancak.
Farklı kültürler ve etnik yaratılışlar bir tek millet olmanın ve bir arada birlikte yaşamanın engeli değildirler. Bir devlet içinde yaşayan vatandaşların etnik kimlikleri; kültürleri, dilleri, dinleri birer alt kimlik olarak korunup geliştirilebilinir ve bu durumun bizim insanlık seciyemizin yükselişine katkı sağlayarak hayatı daha bir anlamlı kılar. Önemli olan şey farklı etnik grupları bir arada tutacak olan üst kimlik olarak ne önerdiğinizdir. Bir “kadronun” yüceliğine ve siyasal tercihlerinin tartışılmaz kabulüne dayalı, evrensel insani değerler ve ahlak içermeyen dogmatik teoriler üst kimlik oluşturma yönünde başarısız olmuşlardır. Bir tek dilin, bir devlet içinde konuşuluyor olması, etnik farklılar arasında “zorunlu” olarak “eşitlik ve uyum” getirdiği düşüncesi bir yanılsama olduğu gibi birden fazla resmi dilin devlet ve eğitim dilinde kullanılıyor olmasının da “bölünme ve parçalanma” zorunlu sonucunu doğuracağı düşüncesinin insanlık tarihi açısından hiçbir gerçekçi değeri yoktur.