Gençlerin yumurta atma işini ne kadar abarttılar. Gençleri haklı bulup savunanlar onları kınayanlara yandaş basın, yalaka diyor. Ben de kınıyor ve ayıplıyorum, yandaş mandaş da değilim.
Bu ülkenin adı Türkiye'dir, bizim kendimize göre ahlakımız, edebimiz, törelerimiz vardır.
Burhan Kuzu hukuk profesörüdür, milletvekilidir, Meclis'te Anayasa Komisyonu Başkanıdır, seçkin bir insandır. Üniversiteli militan çocukların ona protesto makamında yumurta atmaları elbette çirkindir, ayıptır.
Böyle bir şey bizim millî terbiyemize yakışmaz.
Muhalif olmak başka şeydir edepsiz olmak başka şey.
Burhan Kuzu protesto edilemez mi? Elbette edilir ama böyle edilmez.
Çocukluğumda yaramaz mahalle çocukları vardı. Kapıların tokmaklarını vururlar, sonra kaçıp saklanırlardı. Ev sahibi kapıyı açar bakar, kimse yok. Yaramaz çocuklar arsız, çirkin çirkin arsız gülerlerdi. Onlar nihayet yaramaz veletlerdi, yaptıkları affedilebilirdi ama delikanlı veya gelinlik genç kız yaşındaki üniversite öğrencilerinin yumurta atması asla affedilemez, hoş görülemez.
Bu gibi militan gençleri övmek, özrü kabahatinden büyük denilecek bir iştir.
Birkaç kere yazdım, yine yazayım:
1947'de Galatasaray'ın orta kısmında okuyorum. Tarih hocamız, eski Osmanlı nazırlarından (bakanlarından) Raşid Erer bey. Sınıfa başında şapkası, omzunda paltosu, elinde şemsiyesi ile gelir, şapka ve şemsiyeyi askıya asar kürsüye oturur, çok güzel ders anlatırdı.
Bir gün Raşid bey güzel güzel anlatırken dersin ortasında öfkeli ve üzüntülü bir şekilde kürsüden kalktı, şapkasını başına geçirdi, şemsiyesini aldı, kapıya doğru yürüdü. Biz çocuklar, "Hocam ne oldu, niçin gidiyorsunuz?" diye bağırıştık... Hoca döndü ve bize şöyle dedi: "Ben buraya Galatasaray Efendilerine ders vermeye geliyorum, tulumbacılarla işim yoktur!.." Biz öğrenciler tekrar sorduk: "Hocam ne oldu?"
Öğrendik ki, arka sıralardaki bir arkadaşımız ders esnasında el parmaklarını çıtlatmış!
Bu memleket nereden nereye geldi.
Yumurta atan öğrencilerin hatâsı bir ise, onları öven, "Oh gençler ne güzel yaptılar. Aferin onlara. Onları kınayanlar yalakadır, yandaştır" gibisinden lâflar edenler bin kere hatâlı ve ayıplıdır.
Sağcı solcu, dindar ateist, Türkçü Kürtçü, şucu bucu herkes yumurtacı gençleri kınamalı ve ayıplamalıdır.
Ta ki, kötü hallerini düzeltsinler ve memlekete biraz edep ve terbiye gelsin.
* (İkinci yazı)
Ah Merhamet!
Sultan Abdülhamid'in yakınlarından Suriyeli Rufaî şeyhi Ebu'l-Huda es-Sayyadî hazretlerinin Qiladatü'l-Cevâhir adlı kitabında anlatılan bir menkabe hepimizi derin şekilde düşündürmelidir.
"Zamanın gavsı olan Ahmed er-Rufaî hazretleri işitmiş ki, bir köpek uyuz hastalığına yakalanmış, aç ve sefil kalmış, bakımsızlıktan gözleri neredeyse kör olmuş, insanlar ondan iğrendikleri için şehrin kenarındaki bir yere atmışlar... O devirde yaşayan insanların manevî derece ve rütbe bakımından en üstünü olan Rufaî hazretleri hemen köpeğin olduğu yere gitmiş. Hava sıcakmış, ilk iş ona bir gölgelik yapmış. Sonra yanında getirdiği yiyeceği ve suyu hayvancağıza vermiş. Hayvanın hasta cildine bizzat eliyle merhem sürmüş. Oraya gidip gelerek zavallı hayvanı tedavi etmiş, yıkamış, beslemiş. Köpek kendine gelmiş, gözleri de düzelmiş."
İslam rahmet ve merhamet dinidir. Müslüman merhametlidir.
Biz bir merhametsizlik ve gaddarlık devrinde yaşıyoruz.
Hatırlıyor musunuz, mübarek Ramazan'da İzmir'de bir üniversite talebesi zavallı bir kedi yavrusunu tekmeleyerek öldürmüştü.
Toplumdaki merhametsizlik beni dehşete düşürüyor.
Hani Müslüman bir yazar vardı. Yaşı kemale gelmişti. Şeytana uydu, küçük bir kız çocuğunu tâciz etmekten tutuklandı ve hapse atıldıydı. İyi günlerinde ona ağabey, üstad diyen, yazılarını alkışlayan Müslümanlar ondan hemen yüz çevirdiler.
Şeytana uymuş, yanlış bir iş etmişti ama eski dostlar ona hiç acımadılar, rahm etmediler. Dinsiz darbe vurdu, dindar darbe vurdu.
Bugünün Müslümanları ŞeyhSan'an hikayesini okumamışlar...
Hepimiz beşeriz, hepimiz günah işler, hatâ ederiz.
Gerçek ve olgun Müslüman odur ki, kendi hatâ ve ayıplarına bakıp onlar için üzülmekten başkalarınınkini göremez.
Hak celle ve 'alâ hazretleri "Rahmetim gazabımı geçti" buyuruyor.
İslam'ın hikmetli prensiplerinden biri de "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" düsturudur.
Müslümanların vazifesi, din kardeşlerinin ayıp ve günahlarına karşı karanlık gece gibi olmaktır.
Eskiden odaların, salonların duvarlarına "Ah mürüvvet" levhaları asılırmış.
Ah merhamet, ah merhamet...
* (Üçüncü yazı)
Çanlar Bizim İçin Çalıyor!..
1930'lu yıllar, Atatürk'ün Ebedî Şeflik yılları. Bursa Amerikan Kız Kolejinde iki veya üç Türk kızının, Amerikalı misyonerlerin telkini ile Hıristiyan oldukları duyulur. Mustafa Kemal küplere biner ve koleji kapattırır.
Bir de zamanımıza bakınız:
Hiçbir Hıristiyanın yaşamadığı şehirlerimizde kiliseler restore ediliyor. İstanbul'dan papazlar geliyor, çanlar çalınıyor, âyinler yapılıyor.
Dinlerarası Diyalog etkinlikleri, törenleri, şölenleri gırla gidiyor.
Beş yıldızlı otellerde, Müslümanların zekat paralarıyla görkemli iftar ziyafetleri veriliyor, bunlara çeşitli kiliselere mensup papazlar ve hahamlar da çağırılıyor, hem yenilip içiliyor, hem de bol bol Diyalog yapılıyor.
Mardin'deki Kasımiye medresesine kocaman haçlı ve magen Davidli bayraklar asılıyor, papazlar ve hahamlar davet ediliyor, bir de müftü çağrılıyor, doyasıya Diyalog yapılıyor ve sonunda çanlar çan çan çan diye çılgınca çalınırken ezanlar okunmaya başlanıyor ve papazlar ve Diyanet müftüsü havuz üzerindeki köprüden geçerek doğruca Cennete giriyor!..
Bugünün Diyalogcu İslamcılarında Mustafa Kemal Paşa kadar hassasiyet yok!
Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr!
*(Dördüncü yazı)
Birkaç Kitap ile İki Eski Obje
PAZAR günü canım bir şeye sıkıldı. Hava soğuk mu soğuk ama sokağa çıkıp biraz hava alayım dedim. Beyazıt' meydanına vardığımda akşam ezanı okundu. Camiye girdim. İmamın kıraati çok güzeldi. Namazdan sonra cami civarındaki seyyarların sergilerine baktım. Bir porselen, bir de cam eski eşya aldım.Oradan Özbekler Çarşısındaki sahhaflara uğradım. İnsaflı ve kibar sahhaf Aziz Elban beyin Labirent adlı dükkanından şu kitapları aldım:
1. Fehim Tandaç'ın 1944'te basılmış "Özsöz, Din Bilgilerinin Özünden Söyler" adlı 66 sayfalık kitabı. Merhum Ahmet Yüksel Özemre bu kitabın tamamını redakte edip internette yayınlamış. Arzu edenler bakabilir. Fehim efendi Melami şeyhiymiş, kitabın sonunda bazı şiirleri yer alıyor.
2. Pascal Ménoret'nin "L'Enigme Saoudienne" adlı kitabı, 262 sayfa.
3. Israel Shahak ve Norton Mezvinsky adlı iki Yahudi profesörün kaleme almış olduğu "Jewish Fundamentalism in Israil" kitabı. İçinde dehşetli bilgiler yer alıyor. Yahudilerin kutsal metinlerinde kadın için (Türkçesini yazmayayım) "O women is a sack full excrement" (s. 38) deniliyormuş!
4. "La Provence en Objets" adlı kitapta Fransa'nın güneyindeki Provence bölgesinin geleneksel sanatları, zeytinyağı, sabunu, yazma kumaşları vs anlatılıyor. Nefis bir eser.
5. Dr. De Fontbrune'ün "Les Prophéties de Maistre Michel Nostradamus" adlı kitabı. 1939'da basılmış, 304 s. Âhir zamanda (çağımızda)Müslümanlarla Avrupalılar arasında büyük savaşlar olacağını anlatıyor.
Tramvayla eve döndüm. Hava büsbütün soğumuştu. Evim sıcak, acaba fakirler ve miskinler ne yapıyor? Onlar, bu soğuk günlerde zenginlerin zekat ve yardımlarına son derece muhtaçlar.
(Labirent Kitabevi yeni bir şube açmış. Adres: Cemal Yener Tosyalı Cad.No: 6, Reşat Nuri Güntekin tiyatrosunun caddesinde, Unkapanı Vezneciler. Telefon 0537/580 08 66. Telefon etmeden gitmeyin.)