Çocukların Senden Daha İyi Olsun

Haşim AKIN

Kaya şehrinde programımız devam ediyor.

Akşam bir köye gideceğiz ve orada yeni bir programımız var. Daha bakımlı toprak yolda ilerliyoruz. Yolda bize el sallayan motorla bekleyen bir sakallı ihtiyar gördük. Yunus, “bu benim babam” dedi. Beraberinde ondan fazla motorlu var. Bizi karşılamak için gelmişler. Oralara daha önce beyaz bir Müslümanın ziyarete gittiğini sanmıyorum.

Mil ekili tarlaların içinde ilerledik. Bir noktaya varınca Yunus’un babası diğerlerine siz devam edin gibi bir işaret yaptı. Onlar ileri gitti biz de sağa doğru döndük. Bir noktada durduk. Burası Yunus’un babası ve diğer akrabalarının yaşadığı yermiş. Birbirine yakın olarak yapılmış, küçük Afrika evleri. Hepsi de topraktan... İlk göze çarpan buradaki aile mescidi... Kenarları yarım metre kadar kerpiçle yükseltilmiş küçük bir yer. Kenarında birkaç seccade var. Yer de toprak... Sonra evlerin arasında yürüdük. Biraz ileride insanlar var. Bir grup kadın yere oturmuş hatta çömelmiş bizi bekliyor... Bunlar Yunus’un anneleri. Her hallerinde bir Müslüman vakarı ve duruşu var. Onları selamladık.

Az ilerde bir odadan yaşlıca babaanne çıktı. O erkekleri görünce onları selamlamak için yere çömeldi. Biz de onun yaşına hürmeten yere çömeldik. İsa beni uyardı “hocam kısa süre böyle yapacağız” diye. Selamladık. Hal hatır soruldu. Dua ettik. Ayrıldık. Burada el öpme yok. Yunus bile öpmedi babaannenin elinin. Ben birkaç fotoğraf aldım.  

 Şimdi asıl ulaşmak istediğimiz yere geldik. Kalabalık bir grup bizi karşıladı. Yaklaştıkça burada daha çok insan olduğunu fark ettim. Öbekler halinde yaşlarına ve cinsiyetlerine göre oturmuşlar. Hepsine de ayrı ayrı selam verdik. Büyük bir içtenlik ve muhabbetle selamımızı aldılar. Gözlerinin ta derinlerinde ayrı bir gülümseme ve mutluluk alameti var. İnanın onlar bu sıkıntılı ve zor yerde cennetin ayrı bir köşesini yaşıyorlar.

Duvar dibine hazırlanmış sandalyelere oturduk. Şimdi de bir grup hoca geldi. Kılık kıyafetlerinden normal vatandaş olmadıkları anlaşılıyor. Bize koro halinde ilahiler okudular. Salavatlar, Rasülüllah’a methiyeler... Sonra da birisi solo şeklinde bir ilahi okudu. Hem sesi hem de sedası güzeldi. Onların arkasında harlanmayı bekleyen ve yakılmış bir ateş var. Bu ateş biraz sonra başka ir işe yarayacak...

Burada daha uzun süre kalınabilir. Mesela bir gece dışarda yatacaksın. Bir yandan Kur’an sedasının müdavimleri melekler gezecek, diğer yandan yıldızları izleyeceksin... İnanın çok harika bir görüntü olurdu... Belki bir gün o da olur.

Söz bana gelmişti. Gerçekten çok duygulandım. Her an gözlerim boşalabilir. Onlara dedim ki; “Ben şu anda buraya gizlenmiş ve kimsenin bilmediği Allah’ın gördüğü bir cennet bahçesine ulaştım. Burası bir cennet bahçesi...” Tekbir sesleri yükseldi. Bir grup da alkışladı. Çok hoşlarına gitti bu iltifat. Ama köyün imamı hemen gidip alkış yapanları burada alkış yapmamaları ve tekbir getirmeleri için uyardı. Burada adet böyledir...

Onlara Useyd Bin Hudayr (RA) olayını anlattım. (Merak edenler kendisi bulacak) Buraya her gece melekler sizi dinlemeye geliyor dedim.

Sonra da yerli bir arkadaş söz aldı. O ayakta ve heyecanlı konuşma usulüyle onlara bireyler anlattı. Solo ilahi okuyan eleman onun yanına geldi ve üstadın azıcık nefes aldığı ve cümle içinde virgül koymayı hak eden yerlerinde “evet” dedi. Nokta olacak cümle sonlarında ise tekbir getirdi. Benzeri uygulamayı Mali’de de görmüştüm.

Kısa teşekkür konuşmaları ve akşam namazı. Sonra dua ve asıl bölüme geldik. Öğrenciler bir yanda ağır ağır yanan ateşi harladılar. Üzerine büyük odunlar atıldı. Ateş İbrahim’i (AS) yakmak için tutuşturulmuştu bir zamanlar... Bugün de onun tevhit dininin eğitimi için yanıyor...   Öğrenciler lohların alıp hemen sırtlarını ateşe döndü ve Kur’an okumaya başladılar. İşte tam da burası meleklerin akın ettiği yer olmalı... İşte burası cennet bahçesi olan yer. Nasıl bir Kur’an sesi... Gecenin sessizliğinde ayrı bir güzelliği var. Bunu yaşama imkânı verene hamt olsun.

Sırayla Mushaflarımızı dağıtmaya başladım. Önce bir kısmını dağıtacaktım. Diğerlerini de onlara bırakacaktım. Ama sonra onların her birinin eline bir Mushaf’ı vermenin zevkini bırakmak istemedim.  

Bazı küçük çocuklarının başına dokunup onlara gülümseyince hem kendileri hem de anne ve babaları ayrı bir mutlu oluyor. Burada zaten çocuklar; dokunmadan, uzaktan ve hissettirilmeden sevilir(!). Onların şımarmasına imkân verilmez! Ama fıtratın ne istediğini de biliyorlar. Arşa yükselen Kur’an nidalarının içinde dağıtım işini bitirdik.

Kolay bir işaretle öğrenciler sustu. Şimdi veda konuşması... Onlara Türkiye’den bizi buralara yönlendiren ve emanetleri gönderen Müslümanlarının selamını ilettim. Bana burada verilen en güzle hediye: “ÇOCUKLARIN SENDEN DAHA İYİ OLSUN” duasıydı. Bunu bazıları basite alabilir. Düşününü insanın kıskanmayacağı tek kişi evladıdır.

İmkânsızlığın ardına saklanıp uzaklaşmak için bahane üretenlere güzel bir cevap burada... Elektriğin ve başka bir aydınlatıcının olmadığı köyde meydan ateşinin şavkında Kur’an okumanın tadını bilemedim. Ama onlarla kucaklaşmanın ve şahit olmanın tadını hissettim.

Hamdolsun...

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.