Çocuklara yasaklar koyduk!

xxx65
"Ezginin Günlüğü"nün "Fayton" diye bir parçası vardı (Uzayda kaybolmadığına göre, hala var tabii!):
Biz faytona ne zaman bindik, en son ne zaman
Şapkası sünnet, gözleri cennet hocam, o zaman...
Diye başlardı...
Bir yerinde...
Biz okulu ne zaman kırdık, en son ne zaman
Bahar geldi, aklımızı çeldi hocam, o zaman...
Der...
Sonra hayıflanır, "iğneyi kendine" batırıp dururdu:
Biz ne zaman büyüdük, en son ne zaman
Çocuklara yasaklar koyduk ne zaman, ne zaman...
Biz ne zaman öldük, işte o zaman...
Adam olduk, sevdalanmayı unuttuk hocam"
Yazı kafamda dolanıp klavyenin tuşlarına basarken aklıma geliverdi şarkı.
Mırıldanarak yazıyorum:
"Çocuklara yasaklar koyduk ne zaman, ne zaman"...
Birisi lütfen, "sendikasız" nasıl demokrasi olunabileceğini...
"Sendikasızlık" zorlamasıyla nasıl demokrat olunabileceğini...
Daha kendi meslek, vicdan, ahlak, hak ve özgürlük dünyasında "örgütlülüğü" savunamadan nasıl "sivil ve sivil toplumcu", nasıl "özgürlükçü", nasıl "düşünce ve ifade özgürlüğü talepçisi", nasıl "eleştirel düşünce sahibi", nasıl "hakka, hukuka saygılı" olunabileceğini söylesin.
Birisi lütfen, bu mevzularda düşünmeden, açık tavır almadan, iğneyi kendine batırmadan, sesini çıkarmadan nasıl "cesur" olunabileceğini, nasıl "her türlü baskı ve tahakküme karşı" kalınabileceğini, nasıl "bağımsız" yaşanabileceğini, nasıl "basın özgürlüğü" savunulabileceğini, nasıl "yasaklara karşı mücadele" eder gibi yapılabileceğini, nasıl "haber" verilebileceğini, hangi yüzle "yazılar" yazılabileceğini söylesin.
Benim de bir "köşe"de yazdığım, mensubu olduğum...
Birçok anda ve konuda, "rakipleri"ne göre daha özgürlükçü olabilen...
Üstelik bunu, patrondan patrona geçtiğinde, hatta kamu (devlet) kontrolü altında iken dahi "öteki büyükler"e göre daha fazla yapabilen bu gazetenin ait olduğu grup yine "sendika" meselesiyle yüz yüze gelmek zorunda kaldı.
"En büyük"ün böyle sorunu yok!
Çünkü yanaştırmıyor bile.
Çünkü oralarda şuralarda buralarda, cumhuriyetçi, ulusalcı, milliyetçi, demokrat, muhafazakar, liberal, sağdan, soldan "büyük kalemler" bu konuda mürekkep damlatmıyor. Hokkalar kuruyor, tükenmezler tükeniyor, bilgisayarlar kilitleniyor.
Foss diye bir ses çıkıyor, fıss diye bir inilti bile duyulmuyor. Basın Konseyi gibi koca "dua"yen cemaati bu konuda tek laf, tek "dua" etmiyor mesela!
"301 kalksın" diyen bile, nice hak ve özgürlük için (haklı) yazılar yazıp duran dahi, "Anayasal örgütlenme hakkı"nın, göğsüne uzanmak bir yana, "ö"süne değmiyor.
Ama madem ki burada "yüz yüze"siniz, "yüzleşmek" durumundasınız. Kendinizle de. Kendimizle de. Bu medya yapısıyla da. Bu "demokratik, sosyal hukuk devleti" imitasyonuyla da. Cumhuriyet, demokrasi ile hukuk taklitleriyle de.
Yüzümüzdeki adaletçi, cumhuriyetçi, demokrat, liberal, özgürlükçü, AB'ci pudralarla da.
İçimizdeki baskıcı, ayrımcı, dayatmacı, dışlayıcı, tahakkümcü damarlarla da!
Mesele elbette, geçen gün Anka'da olduğu gibi, sendikanın ancak "tuttuğu"na diş geçirebilmesi değil.
Tek tek işletmelerden de ibaret değil.
Tekelleşme eğiliminin (ve eğilimcilerinin) güçlü olduğu ama çokseslilik gerektiren bir sektörde, "müsait" bulduğunuzu;
Daha güçlü, daha mütehakkim olan, ünlü yazarın da genç muhabirin de sigortasından, vergisinden, kıdeminden parça parça kemiren, vergi rekortmeni olurken bordroları eksik düzenler karşısında "haksız rekabet"e maruz bırakmak da değil.
Ama şu sorun var.
"Örgütlenme hakkı"nı kullanmak istediği, sendikalı olduğu için, kimseye baskı yapamazsınız:
Konuşacaksınız, müzakere edeceksiniz, durumunuzu, rakiplerinizin katılığını açıklayacaksınız belki...
Ama Anayasa'yı (bir kere ve bin kere) çiğnemeyeceksiniz!
"Biz ne zaman büyüdük, en son ne zaman... Çocuklara yasaklar koyduk ne zaman, ne zaman... Biz ne zaman öldük, işte o zaman... Adam olduk, sevdalanmayı unuttuk, hocam" diye mırıldanacaksınız.
Hakkaniyetten söz ederken hakkaniyetli...
Cumhuriyetçilikten bahsederken adaletçi...
Demokrasi defilesinde salınırken her türlü hak ve özgürlüğe saygılı olamayacaksınız...
Büyürsünüz, adam da olursunuz ama, "çocuklara yasak" koya koya, vicdan bir yana, ruh da kurur hocam, işte o zaman!