İsrail istihbarat timlerinin Avrupa ülkelerinin pasaportlarını kullanarak ülke ülke gezip suikastler düzenlemesi yeni bir şey değil. Dubai'de bir Hamas mensubuna 11 Mossad elemanının düzenlediği suikastte pasaportları kullanılan İngiltere, İrlanda, Fransa ve Almanya'dan tatminkar bir girişim gelmedi. Bu ülkelerden bazıları, İsrail istihbaratının kendi ülkelerini "zan altında bırakan" eylemlerine tepki göstermek yerine "pasaportlar sahte" diyerek olayı sahiplenmedi bile. "Yok, gerçek pasaport da verin bari" demekg eliyor insanın içinden.
Bu durum, bazı geçmiş örneklerin de etkisiyle, söz konusu ülke istihbarat teşkilatlarıyla İsrail istihbaratı arasında "ortak operasyon" endişesini doğuruyor. Sadece Avrupa ülkeleri için mi? Uluslararası örtülü operasyonlar, suikast operasyonları çoğu zaman tek bir ülke istihbaratının işi olmaz. 11 Eylül sonrası küresel düzeyde yürütülen suikastler, örtülü operasyonlar, gizli sorgu evleri gibi. CIA'nın gizli esir ticareti onlarca ülkeyle birlikte yapıldı. Hemen bütün Avrupa ülkeleri bu faaliyette yer aldı.
Dubai'deki suikast için de benzer iddialar var. Bazı bölge ülkelerinin İsrail istihbaratıyla işbirliği yapmış olabileceği öne sürülüyor. Bu durumda Avrupa ülkelerinden bölge ülkelerine uzanan bir suikast koalisyonu ihtimali öne çıkıyor gerçekten de. Ve bu, işlenen bir suikast için değil, gelecekte yaygın suikast operasyonlarının yapılabileceği ihtimalini barındırıyor. Bir örnek vereyim:
2004 yılının Mart ayında İsrail, Şeyh Ahmed Yasin'i sabah namazından çıkarken füze saldırısıyla şehit etti. O dönemde İsrail istihbaratı, bütün birimleriyle bölgede suikastler düzenliyor, belirlenen bir suikast stratejisi açıkça uygulanıyordu. Kimsenin dikkat etmediği bir gelişmeyi o zamanlar haber vermiştik. Şöyleydi:
Saldırıdan önce Ürdün Kralı Abdullah ile İsrail Başbakanı Ariel Şaron arasında hiç beklenmedik ve içeriği gizli tutulan bir görüşme yapıldı. Kral Abdullah, 16 Mart'ta Türkiye'ye geldi. 19 Mart'ta Şaron'un İsrail'in güneyindeki çiftlik evine giderek gizli bir görüşme yaptı. 22 Mart'ta ise Şeyh Yasin şehid edildi. Üçer gün arayla greçekleşen bu gelişmeler arasında nasıl bir bağlantı vardı?
Ürdün'ün de dahil olduğu "Türk-İsrail ekseni"nin güvenlik/istihbarat ortaklığı, Ürdün'ün Filistin kökenli nüfusunun kontrolünün zorluğu, Irak'ın bölünmesi ve Filistinlilerin Ürdün ile birleştirilmesi tartışmaları, ABD'nin bölgedeki üç müttefiki arasındaki terörle mücadele ortaklığı, Şeyh Yasin'in öldürülmesinin bölgedeki yol açacağı güvenlik sorunu ve daha bir çok sebep bir araya getirildiğinde, saldırının gizli tutulmasının mümkün olmadığı ortaya çıkıyordu. Öyleyse bölge ülkeleri, küresel işgalin uzantısı olarak yeni bir ön çalışmanın içinde mi yer alıyordu?
Uzun süredir Hamas'ın, Hizbullah'ın tasfiyesine yönelik sürecin başlatılması bekleniyordu çünkü. Tasfiye operasyonlarından önce suikastlerin gelmesi planlanmıştı. Bu güçlerin yok edilmesi Amerika ve İsrail için Irak'ın işgalini içeren projenin bir unsuru olarak görülüyordu. "Bu süreç başlatıldı mı?" diye sormuştuk o günlerde. Haklıymışız. Suikastlerden sonra Lübnan'a İsrail saldırısı gerçekleşti. Amaç Hizbullah'ın tasfiyesiydi. Ardından Gazze katliamı gerçekleşti. Amaç Hamas'ın tasfiyesiydi. Bu iki saldırıya da bazı bölge ülkeleri açıktan bazılarıyla gizlice destek verdi.
Peki, Şeyh Yasin suikastinden Ürdün'ün de, Türkiye'nin de, Mısır'ın da haberi olabilir miydi? Türkiye'de, iç iktidarı İsrail çıkarlarına göre ayarlayacak kadar gözü dönmüş bazı çevreler, böyle bir suikaste ortaklık etmiş olabilir miydi?