İslam (Hukuku) hayatı öylesine çepeçevre kuşatmıştır ki; insanın karşılaştığı her hususa bir cevabı vardır. Ancak bu durum ilk etapta akla gelen şekliyle; bütün kuralların önceden belirlendiği durağan (statik) bir durumu temsil etmez. Bir başka deyişle kimilerinin iddia ettiği gibi Allah'ın dini bir dogma ya da tabu değildir. İki temel kaide vardır zira… Bunlardan birisi ‘eşyada aslolanın mübahlık olduğu’ diğeri ise 'zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği' kuralıdır. Dahası da var.
Birinci kural 'ibaha' diye de bilinir. Bunun anlamı; hakkında hüküm olmayan bir hususun serbestiyet kapsamında olduğudur. Bir başka tanımlama ile ibaha; doğrudan helal ya da haram, hatta vacip, sünnet, mekruh, müstehap, mendup gibi şekilde tanımlanmadığı, dolayısıyla da nasıl davranılacağına kişinin karar vereceği alanla ilgilidir ve oldukça da geniştir. Serbest bırakılmışlık da İslam'a ilişkin bir düzenleme alanıdır çünkü...
Aslında günümüz modern hukuk anlayışı da bu kuralı esas alır. Zira hukuken yasaklanmamış olan şeyin serbest olduğu, bir başka deyişle hakkında düzenleme olmayan bir hususun serbest olduğu ilkesi modern hukukta da asıldır. İslam hukuku insan ilişkilerini doğal olarak bu genel hüküm içerisinde değerlendirilir ve sayısı belirsiz, yani yapıp yapmama ya da nasıl yapılacağı konusunda kişiye kısıt koymadığı serbest bir alan açmıştır.
İkincisi ise ‘zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği…’ ilkesi... Yukarıdaki ilke (mübahlık) fukahanın görüşü olarak geniş bir kabul görmüşken; zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği kaidesi kendisine bir İslam Hukuku metni olan Mecelle’de yer bulmuştur. (“ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.” m.39). Ancak kaçırılmaması gereken ayrıntı odur ki; bu kural, referans kaynaklarda, yani Kur'an ve sünnette hüküm altına alınmış konuları içermez. Söz gelimi zaman değişti diye faiz herhangi bir şekilde helal olmaz. Buradaki değişiklik ulemanın içtihadına ilişkin olup, ulema zaten aynı dönemde de birbirinden farklı görüşlet ileri sürmüş, hüküm vermiştir.
İşte bu her iki kaide İslam’ın dinamik yanını, dolayısıyla da evrenselliğini temsil eder. Zira bir yanda geniş bir hareket alanı, bir yanda günün ihtiyaçlarına cevap veren içtihatlar dini kıyamete kadar geçerli kılar. Farz-haram çizgisinin neden sabit olduğuna gelince; o da gerçekte insanın beden-ruh, dünya-ahiret, toplumun bugünü-geleceği için bir ihtiyaçtır. Bir başka deyişle insanın o sınırlı aklıyla hikmetini çözemeyeceği alanı ilgilendirdiğinden değişmez.
Dahası da var dedik... Maslahat ve makasıd bunlardan 'dahası' kapsamına giriyor.
Maslahat bugünkü anlamda kamu yararı ya da daha İslami terminoloji ile ümmet faydası anlamına gelmekte olup, bir menfaati elde ederken ya da bir zararı ortadan kaldırırken merkeze ümmet yararını koyarak karar almak ya da vermektir. Zira İslam hukukunun temel gayesi, “fesat-bozgunculuk”la mücadele, ya da daha güncel deyimle kamu düzeninin sağlanmasıdır. O halde kişisel değil toplumsal olan, bugüne ilişkin olan değil geleceğe ilişkin olandır tercih edilmesi gereken...
İslam bir başka genel ilke olan 'makasıd'la da genel güvenliği garanti altına almıştır. Makasıd-ı Şeria olarak bilinen bu genel ilke; hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunması şeklinde özetlenir. Adalet, erdemli bir toplum oluşturma düşüncesi, eşitlik, yeryüzünün imarı, sosyal düzenin ve güvenliğin sağlanması gibi özellikle yaşanan dönemin yükselen değerlerini göz önünde bulundurarak yeni amaçlar eklenmesi elbette mümkündür.
Makasıd bir anlamda ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporu gibidir. ÇED raporu ile çevreye duyarlı olmayan herhangi bir işlemin önüne geçilmek istenmektedir. Zira söz gelimi bir yatırımın bireysel, sosyal ya da küresel negatif sonuçları varsa böyle bir yatırıma izin verilmez. İşte makasıd böyle bir şeydir ve bu anlamda fevkalade ileri görüşlülüktür.
Bugünkü modern toplum bütün bunları yeni yeni keşfetmektedir. İslam’ın bu yönleri maalesef geniş toplum kesimlerince bilinememektedir.