Elbette detay konularda kendi aralarında ihtilaf edebilirler ama müslümanların projelere karşı fevkalade duyarlı olmaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, projeler ihtilaf da değildir, İslam da… İhtilafta rahmet vardır zira… Projede ise fitne…
İhtilaf bilinenin aksine ikilik değil, zenginliktir. Hani demokrasilerde düşünce ve konuşma özgürlüğü deniyor ya; işte onun orijinal hali… Demokrasilerde olduğunun aksine ağzı olan konuşmaz çünkü, bilen konuşur ve ortaya çıkan farklılık insanlara uygulama esnekliği sunar. Söz gelimi birden fazla (ehli sünnet) mezhep olması böyledir. Eğer yine aynı (hak, ehli sünnet) çizgide ise ‘cemaatler’ de öyledir ve vardır da zaten…
Projeler fitne dedik… Fitne ise, ‘katl’den dahi şediddir. İhtilafın rahmet olduğunu da fitnenin ‘katl’den şedid olduğunu da ben söylemiyorum bu arada… Birincisi Efendimizin, ikincisi Rabbimizin sözü… FETÖ cemaat miydi, fitne miydi mesela… Bu anlamda ‘proje’ kavramı ile cemaat kavramını birbirinin içine derceden o kötü niyetliler gerçekte FETÖ’ye, hatta dine filan değil, İslam’a yani Allah’ın hak dinine karşı olduklarını da not edelim.
Cemaat ehli sünnet olmayı gerektirir. Ehli sünnet ise Allah Rasulü'nün yaşamış, emretmiş, tavsiye etmiş ve tasvip etmiş olduğu hak din İslam'ın diğer adıdır. Bu adı alması da Allah'ın dini olan İslam'dan farklı olmasından değil, ondan sapmaların peydah olmasından ve bu sapmalardan ayırmak içindir. Bir başka deyişle; ‘Ehl-i Sünnet Dini’ diye bir din yoktur. Hatta ‘Sünnilik’ diye de bir şey yoktur. Elbette bugün yüklenen anlamdan farklı olarak Sünnilik, itikadi olarak ‘Şia’ ve diğer kimi inanışlardan ayırmak içindir.
Allah'ın dini olan İslam'ın bizzat kendisidir bir başka deyişle... Bu yüzden en doğrudur ve tam doğrudur, hakikattir... İkinci bir doğru da yoktur. Ehli sünnetin dışındakiler ehli sünnetten ne kadar sapmışlarsa o kadar yanlıştır. Bu sapmışlığın, ameli ya da itikadi düzeyde olması da kendi içerisinde önemlidir.
Ehli sünnet tarik-i müstakymdir. İstikamettir yani... İstikamet bir tanedir ama istikamete giden sadece bir yol yoktur. Buna bugün mezhep deniyor; hak mezhep, ehli sünnet mezhep... Her biri istikamete gider ve haktır-gerçektir. Aralarındaki ihtilaf ayrılık değil zenginliktir... Rahmettir bir başka deyişle...
Bugün yanlış yorumlanması söz gelimi İran'ın Şii, DAEŞ'in Sünni zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kabul sadece cehalete değil, dar anlamdaki asabiyeye de işaret eder. Etnik asabiye yani... Kurtulamadığınız sürece, sözgelimi Türkleri ehli sünnetin temsilcisi zanneder-kabul eder ve içerisinde bulunduğunuz zihinsel kısır döngüde debelenip durursunuz. Öyle bir şey yoktur çünkü... Bunun adı ehli sünnet değil, kabileciliktir. Kabile sosyolojik anlamda ‘cemaat’miş gibi değerlendirilse de; bir çok zaman fitne ile aynı anlama gelir. Efendimiz onlarla da mücadele etti nitekim... ‘Allah’ın ipine toptan sarılmaya…’ engeldir çünkü… Cehaletin de bir başka görünümüdür.
Cemaat kavramı, bünyesinde ‘çokluk’ gibi bir yanılgıyı da barındırmaktadır. Evet sosyolojik olarak böyledir, ancak İslami terminoloji bakımından bu anlam vermek zorunlu değildir. Cemaat hak üzere olmayı ifade eder çünkü… Yani bugünkü yaygın anlayışın aksine çok olan tarafın hak olduğu anlamına gelmez. Nitekim çok olan taraf batılda da ittifak edebilir. Hatta peygamberler çoğu zaman mevzubahis bu ‘çokluğa’ karşı mücadele etmiş, azınlıkta olmak onları hiçbir zaman pes ettirmemiştir. Nitekim Hz. Nuh gibi çok az insanın kendisine inandığı peygamberler yanında, Hz İbrahim gibi ‘tek kişilik cemaat’ler bile vardır.
Bir kimse Allahtan bihakkın korkarsa, başka korku nedir bilmez-tanımaz. Yok eğer şimdilerde olduğu gibi, Allah'tan başka ne varsa ve korkusu o ise, menfaatinin gerektirdiği hiçbir şeye hayır diyemez. Aralarında nüans varmış gibi gözükse de bincisi tevhidi ikincisi şirki temsil eder gerçekte...
Tevhid, bir bütün olan İslam dininin en temel kavramıdır. Şirk ise tevhidin tam karşısında yer alır. Yaygın olarak bilinenin aksine tevhid sadece Allah’ın tekliğine değil, O’nun (cc) her hususta ‘tek otorite’ olduğuna refere eder. Bir başka deyişle seküler ya da laik düşüncenin aslında tam tersidir. Zira bu (seküler-laik) düşünce hiçbir şekilde “tanrısal” sınırlamayı kabul etmez. Ama İslam, bunun tam tersini, otorite-egemenlikte birinci ve tek kaynağın “Allah” olduğu ön kabulünden hareket eder. Bu anlamda tevhid, müslüman olmanın da birincil ve vazgeçilmez ön şartıdır.
İslam’ın bu anlamda kullandığı temel kavram ‘ümmet’tir. Makbul olan odur zira... Gerisi gerçekten teferruattan başka bir şey değildir. Ümmet kavramı İslami terminolojide açık arayla birinci sıradadır. Bu anlamda ‘ümmetten millete terfi ettik’ demek bir terfi değil, tenzildir, kabileciliktir, asabiyedir, fitnedir, projedir. Ayrıca da palavradır...
Gelin görün ki; bütün bunları kavrayamamış bir insan bu ülkede Diyanet İşleri Başkanı bile olabiliyor. ‘Bugün birçok dini cemaat birer ekonomik sektöre dönüştü. Unutmamalı, Türkiye’de dini gruplar kamusal alana sirayet etmeye başladığı, kapalı ve kayıt dışı olup kendilerine göre dini eğitim vermeye başlarsa sorun büyür, FETÖ’deki gibi. Ülke benzeri oluşumlara gebe demektir. Dini cemaat ve tarikatlar siyaset, kamusal alan, yaygın din eğitimi ve ticaretten elini çekip kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazsa yeni maceralar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor.’
Bütün bunların sebepleri üzerinde de dursaydı keşke Ali Bardakoğlu... Hangi el marifetiyle oldu bütün bunlar... Daraltılma girişimine muhatap olan İslam, kimlerin elinde kimler vasıtasıyla ve nasıl anlatıldı geniş toplum kesimlerine; içeride ve dışarıda... Suçlu sadece cemaatlermiş gibi davranmak yerine bataklığın sebepleri üzerinde de biraz dursa idi keşke... Bir de dinin kendisince kısıtladığı alanları da düzenlediğini, örneğin saydığı kötüler değil Allah Rasulü olduğu hakikatinden hareket etseydi. Bu tür suçlamalar kötü niyetli değilse bile, dinin özünü-mesajını kavrayamamış olmakla ilgilidir maalesef...