Serdar Turgut, uzunca bir süredir, son derece önemli olmasına rağmen yeterli ilgiyi göremeyen ancak Türkiye'nin geleceğini biçimlendirme potansiyeli taşıyan bir tartışmayı ısrarla sürdürüyor. "Aydınlanma ile inancın uyumu", bu uyum için yeni ve "uygun bir lisanın oluşturulması" yönündeki zihinsel çabasını paylaştığı yazılarında, Türkiye'nin felaketi ya da kurtuluşunun "tanışmanın çatışmaya üsttün gelmesine" ve bu "özel lisanın geliştirilmesine bağlı" olduğuna vurgu yapıyor.
Deniz Baykal'ın "Pennsylvanya'dan gelen mesajın samimiyetine inanıyorum" cümlesinin bu tartışmanın haklılığına, konunun önemine katkısına yönelik sevincini gizlemeyen Turgut, Baykal'ın "büyük uzlaşmanın yeni lisanı"nı hayat geçirdiğini, aylardır anlatmaya çalıştığı o lisanı kullandığını, bu "cemaat açılımı" ile Türkiye'nin normalleşme sürecine girdiğini yazdı dün. Baykal gibi önemli bir devlet adamının Cumhuriyet'in koruyucusu partinin başkanı olarak son yaptığı işin, cemaat ile konuşmak yolunu açmak olduğuna işaret eden Turgut, bu karşılıklı inceliği Türkiye'yi kurtaracak yol olarak görüyor.
Ne anlatmak istediğine biraz daha yakından bakalım: "Fethullah Gülen ve laiklerin beyin ölümü" başlıklı yazısında, inancın artık ekmek su gibi bir maddi ihtiyaç olduğunu, inancı 19. yüzyıla ait kavramlarla anlamın ve aynı yere koymanın bu yüzyılda mümkün olmadığını, post-seküler modern olmanın bu yüzyılın eğilimi olduğunu, Türkiye'nin de bu şekilde olması gerektiğini belirten Turgut şu çarpıcı cümleleri kullanıyor:
"Türkiye'de tüm dünyada yankılarını bulacak ve çağa damgasını vuracak çok önemli bir olay yaşanıyor. Laik insanların beyin ölümü gerçekleşti ve fişin çekilmesi zamanı çoktan geldi. Aydınlanmanın inanç ile tanışması ve onunla uzlaşması zamanının geldiğini bir türlü anlamak istemeyen laikler, eski retçi tavırlarını sürdürerek bir anlamda intihar ettiler." "Oysa biraz açık fikirlilik gösterilebilseydi, biraz karşımızdaki insanı direkt düşman ilan edip hemen saldırıya geçmek yerine karşımızdaki insanı anlayıp anlamlandırmaya imkan verecek iletişim/diyaloğa uygun dili bulmak üzerine çalışılsaydı; Türkiye'nin geleceği çok daha parlak olabilirdi."
Cümleler, laiklerle cemaatin uzlaşmasının Türkiye için tek kurtuluş yolu olduğu tezini anlatıyor. Bunun olabilmesi için de, CHP'nin ve laiklerin cemaate bakışlarının değişmesi, düşman, tehdit algılaması yerine anlama uğraşısı içine girmeleri gerekiyor. "Cemaat açılımı", "Baykal'ın Türkiye'nin önünü açması", "kurtuluş lisanının geliştirilmesi" gibi ifadeler bu esaslı eğilime vurgu niteliğinde. Akşam gazetesi Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın dün gazetenin birinci sayfasında "Cemaat Baykal barışı" başlığını kullanması da öyle.
Habertürk'ün de dün aynı konuyu tartışmaya açtığını gördük. "Baykal'ın Gülen mesajı ne anlama geliyor" sorusuna cevap aranırken şu yorum yapılıyor: "Bu açıklama CHP'nin tıpkı yıllar önce Ecevit'in yaptığı gibi Gülen cemaatiyle artık yeni bir ilişki tarzı geliştireceğini, partinin karşısındaki 'cephe'yi daraltmak istediğini ya da AK Parti ile Gülen cemaatini birbirinden ayırmak istediğini gösteriyor olabilir. Ne olursa olsun, 'Pensilvanya'dan gelen mesaj ve Baykal'ın cevabı' yeni bir sürecin habercisi. Uzmanlara göre bu süreç CHP'yi 'devletin partisi' imajından sıyırıp tekrar 'halkın partisi' ve hatta iktidar bile yapabilir."
Turgut'un entelektüel düzeyde tartıştığı konunun, Türkiye'nin iç siyasi gündemine bu şekillerde yansıması mümkün.
Anlamanın çatışmaya üstün gelmesi, yeni bir uzlaşma dilinin geliştirilmesi, Türkiye'ye özgü tehdit algılamaları yerine en azından bir iletişimin mümkün olabilmesi bu ülkede herkes için en öncelikli meseledir. Cemaatler-çevreler arasındaki uçurumun daraltılması ve önyargıların esnetilmesi için dar, kısır, gündelik iç politik kavgalar yerine böyle "esaslı" konuların, eğilimlerin tartışılmasını zorlamanın aciliyetinin kavranması gerekiyor.
Ama bu eğilimlerin, tartışmaların Türkiye'ye yansımalarını, yan etkilerini, türevlerini de tartışma konusunda çekimser olmamak lazım. Her ne kadar "erken" olsa da, insanın aklına bazı "endişe verici" ihtimaller de gelmiyor değil. Mesela;
Bir taraftan uzlaşmanın ortak dili aranırken diğer taraftan bazı çevrelere yönelik yeni bir dışlama, tasfiye süreci muhtemel olabilir mi? "Cemaat-Ak Parti ayrışması" ifadesi, yeni iç politik dizayn hazırlıklarına, yeni siyasi biçimlendirmeye işaret ediyor olabilir mi? Yeni bir siyasi elit, kadro oluşturulması, bu çevrelerin "eski"lerle ittifaka girmeleri muhtemel mi? Baykal'ın istifası bu sürecin önünü açacak bir gelişme mi? Bu yüzden mi doğrudan hükümeti suçlayıp cemaate teşekkür etti?