Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'u dinlerken heyecanlandım. Çünkü Sayın Başbuğ ilk defa askerlerden duymayı unuttuğumuz bazı kavramları ön plana çıkarıyor, toplumun değerlerine sahip çıkıyordu. Aslında söylediği sözler insanımıza yabancı değildi. Bir şeylerin yeniden keşfedilmesi de söz konusu değildi. Ancak yıllardan beri TSK'nın üst kademesinde bulunanlar nedense ordumuzun taarruz ederken "Alah Allah" dediğini unutmuş ya da unutmuş görünüyordu. İslami kavramlar nedense üst rütbeli subaylarımıza sadece laikliğin elden gidiyor oluşunu, şeriat özlemini çağrıştırıyordu. Ancak, ilk defa Sayın Org.Başbuğ'un ağzından, "Allah Allah diye taarruz eden ordu camiye bomba atar mı?" soru cümlesini duymak gerçekten heyecanlandırdı. Sayın Başbuğ'un bu sorusuna elbette gönülden "Hayır.. Atmaz, atamaz" karşılığını vermek isterim. Ancak, bir tatbikat oyunu ya da planının hazırlanmasında olsun böyle bir düşünce akla gelmiş, oyunun bir parçası haline getirilmiş ise, kısacası cami bombalanması şakadan bile olsa düşünülebilmiş ise bu gerçek ortada dururken "Hayır. Atmaz, atamaz" demek çok zorlaşıyor.
Kaldı ki namaz kılıyor diye bazı subayların ordudan ihraç edildiği, hatta bir gencimizin Harp Okulu'nu bitirmesine çok kısa bir süre kalmasına rağmen okul ile ilişiği sırf inancını yaşamaya çalışıyor diye kesilmiş ise, bazı subaylarımızın eşleri başı örtülü diye ya fişleniyor ya da disipline aykırı davranıyor diye ordudan atılıyor ise ve tüm bu kararlara yargı yolu da kapalıysa, yani mesleği ile ilişkisi kesilen subaya kendini savunma hakkı bile tanınmıyorsa o zaman tüm iyi niyetime rağmen Sayın Genelkurmay Başkanı'nın sorusuna gönülden bir "Hayır atamaz" karşılığı veremiyorum. Ancak, Genelkurmay Başkanı'nın bu sorusunu bir değişimin ifadesi olarak görmek, bir iyi niyetin, toplumun değerleri ile barışmanın adımı kabul etmek gerekir.
Bu noktada TSK'nın bazı uygulamalarına karşı çıkmanın Silahlı Kuvvetlere karşı çıkmak gibi algılanması, TSK'yı yıpratma çabaları olarak takdim edilmesinin yanlışlığına da vurgu yapmak gerekiyor. Elbette TSK'da bu tür planları hazırlarken cami bombalanmasını bile düşünenler olabilir ama, bunların çoğunlukla olduğunu düşünmüyorum. Nasıl ki TSK içinde her dönemde darbe taraflıları olduğu gibi toplumun genelinin inancından rahatsız olanlar da vardır. Yoksa "Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan namaz kılıyor ya da eşinin başı örtülü diye bazı subayların ihraç edilmesi düşünülebilir mi?"
Bu arada son iki yıldan beri bir takım planlar emniyete, yargıya ve medyaya sızıyor ya da sızdırılıyor. Bunun sonucu olarak araştırma ve soruşturmalar başladı hatta bazı konularda davalar açıldı. Bu noktada TSK'dan yapılan açıklamalarda genellikle kimlerin sızdırdığı hususunda araştırma başlatıldığı duyuruldu. Elbette bu hususta araştırma yapılabilir ama, esas olan kimin sızdırdığını bulmak mıdır yoksa bu sızdırılanların ne ölçüde doğru olduğu mu araştırılmalıdır? İşin can alıcı noktası iddialarıdır ve bu iddiaların üzerine gidilmesidir. Sızdırma üzerine yapılan araştırmada bazı subayların yargılandığı, birinin de hapse mahkum edilerek ordu ile ilişiğinin kesildiği belirtiliyor. Buna karşılık artık tefrikaya dönüşmüş olan darbe planları ile ilgili olarak bir tek subayın bile ordu ile ilişiğinin kesildiğine dair bir haber yok. Kaldı ki Balyoz Planı Genelkurmay tarafından reddedilmiyor sadece medyaya yansıyan bilgilerin bir kısmının yanlışlığına dikkat çekiliyor. Hangisinin yanlış hangisinin doğru olduğunu ortaya çıkaracak olan Genelkurmay değil midir? Böylece yargının da işi kolaylaştırılmış olurken, darbe heveslilerinin tasfiyesi söz konusu olabilecektir.
Milletin inançları ile mücadele edildiği görünümünün ortaya çıkması karşısında sessiz kalınması tercih ediliyor. Balyoz Planı bunun sadece çok az bir kısmını yansıtırken yıllardan beri her YAŞ toplantısında "disiplinsizlik" gerekçe gösterilerek inançlı insanların ordu ile ilişiğinin kesilmesinin makul bir izahı olmalıdır. "Böyle uygun gördük" denilerek alınan kararlar karşısında siyasi iktidar sadece karşı oy şerhi koyabilmektedir. Gerçek bu olunca artık topluma ne cami bombalanması ne de namaz kılıyorlar diye gerçekleştirilen ihraçlar sürpriz gelmiyor. Sürpriz gelmiyor ama sürekli olarak vicdanların kanamasına sebep oluyor.
Elbette herkes namaz kılmak mecburiyetinde değildir. Hatta, birileri namazı gereksiz, çağ dışı bir eylem olarak da algılayabilirler. Ama bu algı kesinlikle inançlara karşı bayrak açmanın gerekçesi olamaz, olmamalıdır.