Çarşıya çıktım demek demode bir deyim mi? Bazan bunu kendi kendime soruyorum. Bugün fatura yatırmak, bankaya uğramak gibi işlerimden dolayı çarşıya çıktım. Hem ikindi namazımı zamanında eda edebilmek hem de kahve bahane misali, muhabbet edebilmek için epey bir zamandır göremediğim bir arkadaşıma uğradım.
Bunaldığınızda sizi güleryüzle karşılayan, kendisine uğramanızı nimet kabul eden, sırf kendisine geldiğiniz için bile size dua eden bir arkadaşınız olması çok kıymetli bir şey. Allah böyle dostlarımızı eksik etmesin. Bir söz vardır hani; ''Bazı insanlar bize Allah'ın hediyesidir'' diye. Allah celle şânühü böyle hediyelerini bizden uzaklaştırmasın. Gerçekten arkadaşıma ne çok ihtiyacım varmış, ondan ayrılıp eve dönerken bunu kendi kendime mütalaa ettim...
''Dost dost diye nicesine sarıldım, Benim sadık yarim kara topraktır'' derken Veysel Aşık, Kul Himmet de ''Bir dost bulamadım gün akşam oldu'' demiş. Bestami Yazgan da: ''Kalbimize kor ateşler, Bastığımız dost içindir, Her cefaya boyun büküp, Sustuğumuz dost içindir'' demiş.
Kuloğlu da: '' Alemde doğru dost yoktur, Dedikleri gerçek imiş, Kulunu saklayan Hak'tır, Dedikleri gerçek imiş'' diyerek dostlarından yakınmış.
Dostluk kavramı İslam dininde Hubbifillah olarak nitelendirilmiş. Fakat bunun yanına buğzifillah da eklenmiş. Dostluk sadece sevgiyle yeterli olmuyor demekki İslam'da HUBBİFİLLAH-BUĞZUFİLLAH kanunu var. İkisi birlikte zikredilmiş. Dost dosta gereğinde kızar, darılır, nasihat eder. Bu yüzden '' Bana hatalarımı söyleyen gerçek dosttur'' denilmiş..
Güzel dinimiz İslamı tam kapsamıyla öğrenmeye niyet edip kitapları elime aldığımda beni en çok etkileyen şeylerden birinin hubbifillah-buğzifillah bahsi olduğunu söyleyebilirim. Bana en çarpıcı gelen tarafı bunun, hem çok kolay olup hem de en yüksek makamlara bu sayede vâsıl olunması idi. Bunun için iman, temel ahlak ve ibadetlerden sonra müslüman kardeşlerimize karşı temiz bir kalbimiz olması gerekiyor. Rabiatül Adeviyya Resulullah sallallahü aleyhi vesellemi rüyasında görmüş ve demişki: ''Hak sevgisi beni şöyle kaplayıp durur ki, hiç dostluk düşmanlık yeri kalmayıpdurur'' Sahabelerden de şu rivayeti anlatarak konuyu açıklığa kavuşturalım. Enes b. Malik r.a anlatıyor:
''Rasül-ü ekrem sallallahü aleyhi vesellem ile beraberdik. Buyurdular ki:
-Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecektir.
Az sonra, sakalından abdest suyu damlayan ve ayakkabılarını sol eline almış bir şekilde Ensar dan birisi çıkageldi. Ertesi gün olunca, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) yine evvelki gibi söyledi. Bu defa yine aynı kişi çıkageldi. Üçüncü gün olunca, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) yine aynı sözü tekrar etti ve yine aynı adam geldi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) kalkınca, Abdullah b. Amr, o adamın yanına giderek kendisini birkaç günlüğüne misafir etmesini istedi. Abdullah ibn Amr (r.a.), hadisenin devamını şöyle anlatır:
Üç geceyi onunla bir arada geçirdik. Fakat, geceleri kalkıp namaz kıldığını görmedim. Ancak, sabah namazına kadar her uyanışında Allah ı andığını işitiyordum. Onun, bu zaman zarfında hayırdan başka bir şey konuştuğunu duymadım. Bu üç günün nihayetinde onun amelini küçümseme eğilimindeydim. Kendisine dedim ki:
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) in üç kere: Şimdi, yanınıza Cennetlik bir adam gelecektir. dediğini işittim. Üçünde de sen çıkageldin. Amelini anlamak için senin yanında kalmak istedim. Fakat, büyük bir amel işlediğini görmedim. Seni, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) in söylediği mertebeye ulaştıran nedir?
Sadece gördüğün bu durumumdur. dedi. Ben dönüp gitmek üzereyken seslendi ve bana:
Ancak şunu da ilâve etmeliyim ki, ben Müslümanlardan hiçbir kimseye karşı kalbimde kin ve hile tutmam. Allâh ın verdiği herhangi bir hayırdan dolayı da hiç kimseye asla haset etmem. dedi. Bunun üzerine Abdullah:
İşte, seni o dereceye ulaştıran budur dedi. (İ. Hanbel, Müsned, 3:166)'' http://www.kuran ikerim.org/printarticle.php?id=1297
Ortaokullu yıllarımda kıyamet hadiselerini okurken dehşete düşmüştüm. Mahşer yerinde güneşin akla ve hayale bile gelemeyecek derecede yüksek harareti ve insanların izdiham içinde milyonlarca yıl bekleşmesi beni çok korkutmuş ve düşündürtmüştü. Hatta insanlar o kadar bunalıyorlar ki ''Tek bu mahşer sıkıntısı bitsin de cehenneme gireceksek girelim '' diyorlardı. Kendi kendime Allah niye böyle yapıyor, bu insanları kendisi yarattı ve insan mümkün değil hatadan ârî olamıyor. Bu mahşer sıkıntısından hiç kurtulanlar yok mu, diyordum. Konuyu o zaman anlayamamışım ne hikmetse. Yıllarca bu sorunun cevabını aradım. Ve sorumun cevabını, İslamı tam manasıyle öğrenebilmek için Kur'an ve Efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin hayatını öğrenmeye başladığımda buldum.
Evet mahşer sıkıntısı çekmeden, azaba uğramadan cennete girecek, hatta hesaba çekilmeden cennete girecek olanlar sadece peygamberler değilmiş. Tabi esasında muhakkak herkese hesap var. Fakat bigayri hisab denilen ''hesaba çekilmeden cennete girmek'', bunu Es'ad Coşan Rahmetullahi aleyh 1 Temmuz Akra cuma sohbetinde şöyle açıklamış:
''Tabii ahirette de bazı insanlar bir hesap görecekler ama, hisâben yesîrâ; kolay, az bir şekilde hesap. Ondan sonra cennete girmek. Bir de en yüksek insanlar var; Allah bizleri o duruma nâil eylesin, o muameleye mazhar eylesin... Onlar hiç hesap görmeden cennete girecekler. Bigayri hisab; muamele, hesap vs. olmadan. Hani bir çok büyük toplantı, şerefli, güzel herkesin rağbet ettiği toplantıyı düşünün. Herkes kuyruğa girmiş, biletler elde, kontrolden geçiliyor, içeriye giriyorlar. Girmek isteyen bir sürü insan bilet bulamamış, dışarıda bekliyor. Ama bakıyorsun, birisi arabayla geliyor, koca kapılar açılıyor, herkes selâm duruyor. Hiç öyle bir sorgu sual olmadan içeriye giriyor, o toplantıya. "--Kim bu?" diyorsunuz.
"--Protokolden bu, meşhur şahıs filanca." Elbette tabii, ona biletin var mı diye sorulur mu? Zaten o toplantının şeref misafiri oluyor. Gözünüze böyle bir manzara serilsin diye, böyle şeyler hatırıma geldiği için söylüyorum. Bazı insanlar da cennete bigayri hisab girecek. Neden?.. Allah'ın sevdiği kulu, dünyada Allah'ın rızasına uygun yaşamış. Allah-u Teàlâ Hazretleri onlara sorgu sual etmeden, defter divan açıp terletmeden, bigayri hisab cennete sokacak''
İşte bu gruptan birisi de dünyada birbirlerini sırf Allah'tan ötürü seven kişilermiş.Allah celle celalüh'ün arşından başka hiç bir gölgenin olmadığı o mahşer gününde arşın altında seyran eden o gruptan biri birbirlerini sırf Allah'tan ötürü seven, birbirlerine sırf Allah'tan ötürü kızan kişilermiş.
Dostluk hakkında yazıp yazıp ta Halilullah Hz. İbrahim efendimizden bahsetmemek haksızlık olur. Çünki dostluğun hakkını en çok verebilen Resul-i zîşan Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi vesellemden sonra Hz. İbrahim aleyhisselam olsa gerektir. Bu konuda onunla ilgili Kur'an'da ve hadis-i şeriflerde çok mâlumât vardır. Hatta bazı yerlerde direkt olarak değil de ince anlayabilene Hz. İbrahim aleyhisselamın ifadelerinden Rabbını nasıl çok sevdiği hissedilebilir. Örneğin ben İbrahim aleyhisselamın Bakara suresi 260. ayetteki kıssadan onunla Cenabı Rabbül alemin arasındaki dostluğun muhteşemliğini görüyorum.
''Hani İbrahim şöyle demişti:
-Yarabbi ölüleri nasıl diriltirsin?
-İnanmadın mı?
-İnandım Yarabbi ancak kalbim mütmain olsun istiyorum...''
Böyle bir soruyu Cenabı Rabbül alemîne sorabilmek cesaretten önce çok büyük bir sevgi ister. İnsan bile en zor soruları ancak sevdiği kişiye sorabilir. Çünki sevgi aradaki mesafeyi kısaltır. Bilmem ama ben bu kıssada İbrahim aleyhisselam'la Allah celle celalühü arasındaki dostluğun ne kadar güçlü olduğunu seziyorum.
Dostluğu çok önemsemeliyiz. Fakat Allah'ü Tealayı tanıyıp sevmeden insan dostluğun, ''D''sini anlayamamıştır, diye düşünüyorum. Rabbimiz önce Kendisini tanıyıp''Âdım ile yazdım âdını'' diye Mevlidde zikredildiği gibi ve, ''De ki Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin'' buyrulduğu gibi Kur'an'da, Allah'ı ve Rasülünü sevmeden gerçek dostluğu bulamayız. Rasülü Muhammed Mustafası'nı tanıyıp sevip ve ona ittiba etmeyi Rabbimiz cümlemize nasip eylesin.
Ümmet-i Muhammed arasında olması gereken ülfeti lütfeylesin. Özellikle şu dönemde buna o kadar ihtiyacımız var ki...