1930'lu yıllarda bütün Türkiye'deki liselerin sayısı (Akşam kız sanat mektepleri, meslek liseleri dahil) 40'ın altındaydı.
O tarihlerde lise azdı ama eğitim kalitesi çok yüksekti. Keyfiyet üstünlüğü vardı.
Okulların idarecileri ve öğretmenleri (müspet veya menfi olsunlar) Sultan Abdülhamid maarifinde yetişmişlerdi.
Bütün müdürler ve öğretmenler bin yıllık Türkçeyi okuyup yazabilirlerdi.
Zamanımızda binlerce lise var ama kalite çok düşüktür.
Bazı liselerin zaman zaman fizik, kimya, cebir, geometri ödülleri kazanması kimseyi aldatmasın. Türkiye adındaki bu ülkede yazılı, edebî, zengin kültür Türkçesini öğretemeyen bir eğitim sistemine eğitim denilemez.
Nice zamandan beri okullarımız cahil yetiştiriyor.
Edebî ve yazılı Türkçeyi bilmez... (Günlük iletişim Türkçesini bilmek için okula gitmeye lüzum yoktur.)
Millî tarihini, gerçek tarihi bilmez.
Mantık bilmez.
Psikoloji bilmez.
Ahlak ilmini bilmez.
Estetik bilmez.
Metafizik bilmez.
Doğru dürüst beşeri ve iktisadî coğrafya bilmez.
En büyük klasik şairimiz Fuzulî'yi okumaktan, anlamaktan âcizdir.
Hüseyin Rahmi'nin romanlarını orijinal metninden okuyup anlayamaz.
Bizim liselerimizde ne okutulur: Bol bol resmî ideoloji okutulur.
Mavallar ve masallar...
Mitoloji...
Balığın tırmandığı kavak hikayeleri...
Liselerimiz maalesef cebir geometri, fizik kimya bile öğretemez doğru dürüst. Öğretebilinseydi, lise diploması alan çocuklarımız avuçla para ödeyerek özel dershanelere gitmek zorunda kalmazlardı.
Adına düzen mi, sistem mi denilen bu heyula, bu ucûbe Türkiye halkını niçin cahil yetiştirmiştir?
Onlar, Japonya'nın Kore'de uyguladığı eğitim sistemine benzer işler yaptılar.
Japonlar, Kore'yi sömürgeleştirdikleri devirde, yerli halkın orta okuldan yüksek tahsil yapmasına izin vermemişlerdi.
Bizimkiler aynısını yapmadılar ama eğitimin ve üniversitelerin kalitesini düşürerek Müslüman halkı cehaletle terbiye ettiler.
Şu Müslüman halka bakınız:
1928'den önce yazılmış, basılmış kitapları, belgeleri okuyamaz. Okumasını öğrense bile mânâsını anlayamaz.
Mantık okumamış biri ziyalı, münevver, aydın bir vatandaş olabilir mi?
Düzen-bazların eğitim sahasında ana prensipleri şuydu:
Aman Müslümanlar cahil kalsın.
Aman Müslümanlar zengin kültür Türkçesini öğrenmesin.
Aman Müslümanlar tarihlerini bilmesin.
Düzen-bazlar hedeflerine yüzde yüz ulaşamadılar ama genç Müslüman nesilleri cahil bırakmak konusunda çok başarılı oldular.
Kültürümüzde büyük bir kopukluk meydana getirdiler.
Müslüman halkı kasıtlı ve planlı bir şekilde böldüler parçaladılar.
Mâlum: Böl, parçala, darmadağın hale getir ve hükmet.
Müslümanlara sömürülebilirlik sıfatını kazandırdılar.
Müslümanlarda keskin akıl, firaset, fetanet bırakmadılar.
Zamanımızda Müslüman yığınlar ne kadar kolay kandırılabiliyor, aldatılabiliyor.
Peygamber (Salat ve selam olsun ona) "Mü'min bir delikten çıkan zararlı tarafından iki kere sokulmaz" buyurmuş. Bugünkü Müslümanlar bir kere değil, bin kere sokulsalar, aldatılsalar bin birinci zarara uğramaya hazırdır.
Bir yandan eğitimle bozdular, bir yandan da İslâmî cemaatlerin, tarikatlerin, hizip ve fırkaların, grupların içine insî şeytanlar, casuslar, ajanlar, provokatörler sokarak onları yanlış yollara yönlendirdiler.
Müslümanların yararına olan şeylerle zararına olan şeyleri ayırt edemeyecek hale getirdiler.
Bugün ülkemizdeki İslâmî hareketin, siyasal İslâm'ın, İslâmcılığın, İslâmî aktivizmin içine Siyonistler, Haçlılar, Evangelistler bile girmiştir.
İlhamlarını Roma'dan, Washington'dan, Tel-Aviv'den alan Müslüman politikacılar, Müslüman baronlar vardır.
Müslüman halka bunları çok açık, çok seçik şekilde anlatamazsınız. Birileri buna izin vermez, sizi yerler, sizi parçalarlar.
Müslüman nurlu, ziyalı, bilen, irfanı olan, hikmet sahibi, firasetli, fetanetli insan demektir.
Eskiden medreseler ve tekkeler böyle Müslümanlar yetiştiriyordu.
Sultan Abdülhamid maarifi böyle Müslümanlar yetiştiriyordu.
Müslüman toplum yeterli sayıda böyle vasıflı, güçlü, üstün ziyalı, bilgili, kültürlü, firasetli, fetanet sahibi, hikmetli, ahlaklı, faziletli, mürüvvetli elemanlar yetiştirmez, bunlardan oluşan kadrolar kurmazsa; bugünkü "sömürülebilirlik, aldatılabilirlik, cahillik" statüsünde kalırsa asla hür olamaz, aziz olamaz, hukukunu ve haysiyetini koruyamaz.
Cebir geometri bilmeden de vasıflı ve ziyalı Müslüman olunabilir ama hikmet bilmeden, mantık bilmeden, edebî zengin Türkçeyi bilmeden, gerçek tarihi bilmeden, sanat kültürüne sahip olmadan böyle olmak mümkün değildir.
İslâm medeniyet dinidir. Bedeviyet dini değildir.
Kâfirler ve münâfıklar Müslümanların câhil kalmasını, bedevî olmasını istiyor.
*(İkinci yazı)
TEHECCÜD İLÂN EDİLMEZ!
Teheccüd namazı Resulullah için farz, Ümmet için nafile bir ibadettir. İhlas ile gizli kılanlara ne mutlu!..
İtikadları bozuk olan, inanç bilgilerinde vahim hatâlar bulunan kimselerin ilk yapacakları iş itikadlarını tashih etmek (sahihleştirmek), bid'atlerden kurtulmaktır.
Farz ve müekked sünnetler elbette açıkça kılınır, başkalarının görmesinde bir sakınca yoktur.
Teheccüd namazı böyle değildir.
Gösterilmez, gizli kılınır.
Belki ev halkının, namaza kalktığını bilmesinin önüne geçilemez ama teheccüd namazı başkalarına söylenmez, davul çalarak ilan edilmez.
"Efendim, dün gece teheccüde kalkmıştım da..."
"Teheccüd kılıyordum, birden şöyle bir şey oldu..." gibi laflar münafıklıktır.
İbadet de gizli, kabahat de gizli lafı farz, vâcib, müekked ibadetler için değil, nafileler, teheccüd namazları içindir.
Zekat açıktan verilir. Zekat dışındaki sadakalar (hayır hasenat) gizli verilir. Resul-i Ekrem efendimiz (Sağ elinin verdiğinden sol elin haberi olmayacak..." buyurmuşlardır.
Teheccüd kılıyordum...
Teheccüd kılıyoruz...
Teheccüde kalkıyoruz... demek ve dedirtmek nifak alametidir, kesinlikle ihlasa aykırıdır.
İhlas nedir?
Kudsî hadîste Allahû Teâlâ ve tekaddes hazretleri şöyle buyuruyor:
"İhlas benim sırlarımdan bir sırdır, onu sevdiğim kulumun kalbine koyarım..."
Ben ihlaslıyım, ben çok ihlaslıyım... deyip duranlar münafıktır.
İhlas madem ki, kul ile Yüce Rabbi arasında bir sırdır, niçin davul çalarak ilan ediyorsun?