Can Dündar en nihayetinde tutuklandı.
Dündar’ın tutuklanması kararı çok geç alınmış bir karar olması hasebiyle “geç gelen adalet, adalet değildir” tenkidini ziyadesiyle hak ediyor.
Bilhassa lâik, Kemâlist ve sol tayfasından gas-teciler “haber yapmak demokrasinin gereğidir” ve “gazetecinin haber yapma hürriyeti vardır” gibi dillerine pelesenk ettikleri hezeyanlarla adeta zekâmızla dalga geçmektedirler. Aynı ideolojik çizgide bulunan kişilerin onlara çanak tutması da cabası. Körler sağırlar birbirlerini ağırlar sirki kabilinden hani…
Efendiler!
Bu kişiler "gas-teci" oldukları için bilmiyor olabilirler ama olmaya çalıştıkları ya da olduklarını zannettikleri "gazetecilik" mesleğinin hudutları, öyle sanıldığı gibi sınırsız falan değildir.
Gazetecilerin, mesleklerini efkâr-ı umumiye önünde icra etmeleri ve bu mesleğin cazibe celbedici güzide bir meslek olması, gazetecileri kati surette imtiyazlı bir duruma getirmez. Nasıl ki her meslek dalının muayyen kaideleri varsa, gazeteciliğin de kırmızı çizgileri vardır. Eşeğin kulağına suyu kaçırmayacaksınız yani!
Mesela, bir gazeteci, gazetecilik ile militanlık arasında bir seçim yapmak zorundadır.
Can Dündar da tam bu noktada, MİT tırlarına baskın yapılması haberleriyle, müteaddit defalar yaptığı gibi gazeteciliği bir kenara bırakıp militanlığa bir kez daha tevessül etmiştir. Dindar ve muhafazakâr kesime ve onların seçtiği hükümete olan garezgâh duygusu gözlerini adeta kör etmiş ve bunun uğruna ülkesinin onurunu ayaklar altına sermiştir.
Devletin hiç kimsenin bilmemesi gereken gizli belgelerini ve faaliyetlerini çok matah bir şeymiş gibi paralel yapıdan aldığı görüntülerle ifşa ederek devletini ve vasıtalı yoldan necip Türk milletinin izzetinefsini beynelmilel arenada kendi ideolojik maksatlarına yem eden bir pespayeliğe imzasını atan Dün-dar'a dün-ü-dar edilmelidir. Bu kati surette cezasız kalmaması lazım gelen ağır bir cürümdür ve müeyyidesinin çok ağır olması da elzemdir.
Esasen, pespayelik dediğime bakmayın; bu tamamen bir hüsnü tabirdir; zira Can Dündar’ın yaptığı bu eylem devlete ve vasıtalı yoldan bu milletin apış arasına vurulmuş ağır bir darbedir.
Bu iş Can Dündar’ın tutuklanmasıyla da hudutlu kalmamalıydı; Cumhuriyet gazetesinin çoktan kapatılması lazım geliyordu. Bu itibarla devlet, “Gazeteler devlete meydan okuma yeri değildir” düsturunu gazetecilerin kafasına nakşettirmesi gerekiyordu.
Bir de ikide bir televizyonlarda "Türkiye’de medyanın üzerinde baskı var" martavallarını okuyanlar var tabii. Ya gidip Batı’da bunu lisana bulandıran ebleh siyasetçi, akademisyen, yazarlara ne demeli? Bu husus esasen ayrı mütalaa edilmesi lazım gelen bahsi diğerdir lakin artık zaruret kesbettiğinden bu hususa da muhtasaran olsa değinmekte fayda var.
Yahu, Türkiye’deki medya hürriyetinin yarısını bile Batı’da göremezsiniz be, bre gafiller! Bugün Türkiye’de ulusal yayın yapan yüzlerce kanal mevcut; her siyasi, fikri, sportif, kültürel ve azınlığa matuf kanallar mevcut. Nice gazeteler, dergiler istedikleri hususta istediklerini yazabilmekte herhangi bir sıkıntı yaşamıyorlar. Bunun içinde devlet ricalinin en başına “seni
asacağız!” gibi tehditlerde bulunanlar çıktığı gibi, tamamen İslâm düşmanı ve makyavelizmi yayın politikasının mihrakına oturtan Hürriyet gazetesi gibi gazeteler var. İsrail menşeli olan ve İslam ile uzaktan yakından münasebeti olan herkese ağıt ithamlarda bulunan ve yalan haberlerle namını yürüten Türkiye'nin en çok okunan gazetelerinden olan zübüklerin feriştahı olan Sözcü gazetesi de bunlar arasında bulunmakta. Hezene ve mugalatayla lebaleb olmuş ve kin, intikam ve nefret salık veren fesat kumkuması Sol ve terör örgütü yayınları da cabası.
Peki, Batı’da hakikaten bizim bu baba parasıyla zor bela okuyan ama esasında ortaokul bitirebilecek zekâya dahi haiz olamayan “zoraki entelektüellerin” iddia ettiği gibi mi? Yani hakikaten Türkiye’de basın özgür değil mi?
Efendim, Batı’da TV açtığınız vakit öyle parmaklarınız ağrıyana değin zapping yapabilecek yüzlerce kanal bulamazsınız karşınızda. İzleyebileceğiniz birkaç kanal vardır; onlar da zaten mason localarının gedikli müdavimleri tarafından idare edilir. Kanallar hadisata hep aynı perspektiften bakar bakar dururlar.
Ya radyo; öyle Türkiye’de zannettiğiniz gibi binlerce radyo kanalı da göremezsiniz! Bir kaç taneyle iktifa etmek zorundasınız.
Ya gazeteler!
Gazeteler de tıpkı Televizyon gibi beş on taneyle hudutludur ve sahipleri umumiyetle Yahudi lobisi tarafından idare edilir. Sıkıysa İsrail-Siyonizm aleyhtarlığı hususunda yazı yazmayı mutad hale getirin; sıkıysa Can Dündar’ın yaptığı gibi kendi öz vatanınıza meydan okuyan manşetlerle çıkın kamuoyu önüne; sıkıysa kendi ideolojik fikirlerinizi gazetecilinizin önüne koyarak hükümetinize racon kesin…
Ne yaparlar biliyor musunuz?
Ananızdan emdiğinizi burnunuzdan getirirler! Haa şansınız varsa o da! Tabii, yapacaklarınızı önceden haber alıp sizi öldürüp intihar süsü vermezlerse…
Örnek mi istiyorsunuz? Alın size onlarca isim arasından seçtiğim iki örnek:
Julian Assange, 2010’da ABD Dışişleri Bakanlığı ve dünya genelindeki ABD büyükelçilikleri arasındaki gizli ve bir o kadar da tafsilatlı yazışmaları internet sitesi marifetiyle yayınladı. ABD’ye ait gizli kalması gereken belgeleri ifşa eden Assange’nin üzerinde tazyik daha bu belgeleri kendi sitesinde yayınlamaya başlar başlamaz başladı. Mastercard, Visa gibi ödeme şirketleri WikiLeaks adıyla bilinen şirketle çalışmayı kestiler. Akabinde büyük bir süratle devlet marifetiyle itibarsızlaştırma kampanyası başlatıldı. Assange hakkında tecavüz ithamıyla, İnterpol’den yakalama kararı çıkartıldı ve İngiltere’de tutuklandı. Tenis topu gibi oradan oraya savrulan Assange kefaletle serbest bırakıldı. Daha sonra Ekvator’un Londra büyükelçiliğine sığınan Assange, üç yıldan fazla bir süredir burada kümes kadar bir yerde yaşamını idame ettirmek zorunda kalıyor ve oradan çıkar çıkmaz kendisini tutuklamak için nöbet tutan İngiliz askerleri tarafından derdest edilecektir. Üstelik İngiliz hükümeti, Assange’yi tutuklamak için üç yıldır nöbet tutan askerlere boş yere 12 milyon sterlin ödediği hakikati ortadayken…
Peki ya Edward Snowden’i hiç duydunuz mu?
2013’te bir CIA ve Ulusal Güvenlik Dairesi elemanı olan Edward Snowden, ABD’nin neredeyse, dünyanın bütün devlet başkanlarını ve başbakanlarını nasıl dinlendiğini belgelerle
anlattı.
Belgeler evvela CNN kanalına teklif edildi ama CNN ulusal güvenlik esastır diyerek bunu reddetti. Belgeleri yayınlayan Guardian gazetesinin yayın yönetmeni yargılandı; gazete ise kapatılmaktan zor kurtuldu. Guardian gazetesinin emekçileri bizzat kendi elleriyle bilgisayarların hafızalarını paramparça ettiler.
Bu listeyi uzatıp sizi sıkmak istemem. Ama şu iyi bilinmeli ki:
Kendi ideolojik amaçlarını mensubu olduğu mesleğe peşkeş çeken ve bunu yaparken de devletin ve milletin apış arasına koca bir darbe vuran zihniyete topyekûn “hopp! Duracağın yeri bil!” diyebilmeliyiz. Eğer oyunu oynayacaksak oyunu alelusul yani kendi kaideleri çerçevesinde oynamalıyız. İçinde bulunduğumuz gemiye koca bir delik açarak değil…
Olacak şey değil!
Kendi ülkende devlet ricalinin en üstündeki zevata ve daha nicelerine gazete manşetlerinden her türlü tahkir, hakaret ve tehditleri reva göreceksiniz; daha sonra gidip Türkiye’yi bu yukarıda zikrettiğim hususların hiç birine tahammülü olmayan Batı’ya şikâyet edeceksiniz.
Siz var ya siz, askerde çok dayak yersiniz!
Ama siz işinizi iyi bilirsiniz; babanızın parasıyla ondan da yırtmışsınızdır siz!