Yıl 1978.
İlkokula başladığımda ayağımı okula atar atmaz sınıfın her tarafı Mustafa Kemal’in resimleriyle ve nutuklarıyla süslenmişti.
Ta o zamandan başlamıştı bizim Mustafa Kemal derslerimiz.
6 adet tabu gibi Mustafa Kemal ilkeleri öğretilmeye çalışıldı bize; halkçılık, milliyetçilik, laikçilik vs. gibi.
Her kitabın başında Gençliğe Hitabe vardı.
Sanki zorla bir şe
Sancaktar Hayrettin İlkokulumuzun bahçesinde ilk zamanlar Mustafa Kemal büstü yoktu.
Para toplanmış ve gösterişli büst açılışı yapıldığını gayet iyi hatırlarım.
O zamanlar böyle bir büst yapmak büyük bir olaydı.
5 yıl boyunca ant içtik onun yolunda yürüyeceğimize.
Hep bir ağızdan bağırırdık “Ey Ulu Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim” derdik.
Bu beş yıl boyunca andımızı seller sular gibi hiç durmadan içtik.
Ayrıca biz belki Türk olduğumuza mutlu olduk ama Türk olmayanlar da bizim kadar mutlu oldular mı, bilemem!
Ne bileyim, bu toprakların üzerinde yaşayan nice farklı milletler de var.
İlkokuldan yüksekokula kadar bizim beyinlerimize Mustafa Kemal işlenmeye başladı.
Nedense sadece beyinlere işleniyordu bu Mustafa Kemal, gönüllere değil.
Yıl 2012 oldu ve biz hâlâ Dersimiz; Mustafa Kemal’deyiz.
Ne bitmezmiş bu Mustafa Kemal dersleri.
Doğumdan ölüme kadar durmadan Mustafa Kemal.
Kutsanmış bir varlık sanki bu.
Ölümsüz de.
Çünkü benim bildiğim Kemalistler ölülerden medet umut da gidip Anıtkabir’den bir şeyler istemezlerdi.
Demek ki bu Mustafa Kemal ölmediği için bu güruh Anıtkabir’den dileklerde bulunuyorlar.
Ama bir türlü “İyi ki doğdun Mustafa Kemal” diyecek bir doğum günü yoktur.
İlkokulda bize gösterilen babası da hâlbuki Ali Rıza Efendi değilmiş.
Olsun, bir görüntü olsa yeter bu millete.
Ne de olsa kanması müsait bir milletiz.
Bir de yıllarca öğrencilere ezberletilen “Gençliğe Hitabeyi” de Mustafa Kemal yazmamış.
Meğersem bunu da İnönü yazmış.
Keza Mustafa Kemal ithaf edilen birçok nutuk bile onun olmadığını sonradan anlaşıldı.
Neden bu kadar kutsanmaya ve bize yalan yanlış öğretilmeye çalışılıyor?
…
Bana saldıran zevat benim şerefimi ağzına dolamış, ağzımdan salyalar akıtmış.
Ben hiç bunların birine üzerime alınmadığıma da üzerine basa basa söylüyorum.
Ben sadece Mustafa Kemal ile ilgili yazımda bir kitaptan alıntı yaptım ve ayrıca daha sonraki yazımda da Cumhuriyet sonrası yaşanan olayları yazmıştım.
Her nedense hiç kimse bu söylediklerimi yalanlayan bir yazı yazmadılar.
Ha bire saldırdılar.
Bizi neredeyse “vatan düşmanı” yaptılar.
Allah aşkına biriniz bana sövüp duracağınıza, bari bu yazdıkların yalan ve yanlış deyip de bana belge sunsa.
Ama öyle olmaz; at çamuru izi kalsın, söv için boşalsın.
Ayrıca “vatandaş”ın birisi de benim memur olup olmadığımı bilmeden Valiliğe suç duyurusunda bulunacakmış.
Hay hay buyurun, her türlü şikâyete açığım.
Ah şu cahillerle uğraşmak ne kadar zor?
Bazı yarışma programlarında görüyoruz sahipleri o köpekçikleri ne kadar güzel eğitiyorlar ve insanları eğlendiriyorlar amma şu cahil insanlar bir türlü eğitilmiyor.
Bir devlet memurunun köşe yazarlığını yasaklayan herhangi bir madde yok. Ticari bir getiri sağlamadıktan sonra ve göreviniz dışındaki konularda her türlü köşe yazarlığı yapabilirsiniz. İsterseniz 657 sayılı Kanunun 15’nci ve 28’inci maddesini bir inceleyin. Tabii ki zahmet olmazsa.
Ondan sonra gelin karşıma ahkâm kesin.
Zaten sizin gibi insanların hâlâ tekparti döneminin hayalleri duruyor.
O dönemi o kadar özlüyorsunuz ki, kimse sesini çıkartmasın, sadece bizlerin sesi çıksın.
Geçin artık bunları.
Onlar artık ütopyadan öteye başka bir şey değil.
O günler bitti, bu günler başladı.
…
Her nedense şimdi aklıma bir atasözü geldi; “it ürür, kervan yürür” diye.
Niçin geldi, anlamadım ama birdenbire geldi.
Vardır bunda da bir hikmet.