Vicdanı olamayan kişide iman ışığını aramanın beyhude olacağını sanırım hepimiz kabul ederiz.
İman taşımayan, merhameti kuşanmamış, sevginin sırrına ermemiş bir kalpten iyilik adına bir şey beklenebilir mi? Zor! İmkansız hatta…
Bazı büyük vicdanlar vardır. Kalpleri tüm dünyayı kuşatmıştır. Çepeçevre…
Merhametin ve muhabbetin fedaisi olmuş bu büyük yürekleri tanımamak aslında çağına tanık olmamak anlamına gelir.
Her yanıyla kayıp yani…
…
Alanının otoritelerinden Psikiyatri Uzmanı Prof. Nevzat Tarhan şu günlerde yeni bir sürpriz yaptı.
Büyük bir sürpriz…
Hepimize verilen değerli bir hediye bu…
Bugüne kadar yapılan çalışmalardan farklı… Pozitif bilimin verileri ile akıl ve kalbin nasıl buluştuğunu gösteriyor burada Tarhan Hoca…
Şimdiye kadar psikoloji ağırlıklı eserlerine tanık olduğumuz Nevzat Tarhan Hoca bu kitabı neden yazdığını şöyle anlatıyor giriş bölümünde:
“TIP ÖĞRENCİSİ OLDUĞUM günlerden başlayarak, akademik yaşamımın ilerlediği yıllar içinde hep “ tesadüfî varoluş, hayatın anlamı, Darwinizm, kötülükler neden var, din ihtiyacı, inanmanın psikolojisi, ölümden sonra yaşam var mı, insanın akıl ve ruhu nasıl doyum sağlar?” gibi sorularla boğuşup durdum. Sorularıma cevap ararken ‘başlangıçta anlaşılması zor,’ fakat anlamaya başladıktan sonra da her okuyuşunda yeni anlamlar yakaladığım Risale-i Nur eserleri önüme çıktı.
Pozitif bilim disiplininde yetişmiş, hemen hemen hiç din eğitimi almamış birisi olarak çıktığım ‘keşif yolculuğunda’ Risale-i Nur eserleri olağanüstü bir rehberlikle zihnimi ve yolumu açtı. İlginç olarak yeni psikoloji bilgileri ve sosyal sinirbilim verileri ile Bediüzzaman’ın öğretisi arasında müthiş benzerlikler vardı. Nursî’nin başlattığı hareket ve bıraktığı eserler sadece dinî bir hareket ve eserler değil; psikolojik, sosyolojik, felsefî boyutlarıyla birlikte, ilginçtir, ‘ sosyal nörobilimi’ öngörmüş bir hareket ve eserlerdi. Bugün herkesin benimsediği ‘ demokratik kültürü’ Osmanlı’nın son yıllarında yazılı ve sözlü ifade etme öngörüsüne sahip olması çok anlamlıydı.
Bediüzzaman’ın kişiliği ve liderliği çok dikkatimi çekti. Formel eğitim almadığı halde hem Doğuyu, hem de Batıyı bilen, her ikisini iyi izlemiş ilginç bir kişilikle karşı karşıyaydım.
İdealistti; çünkü ‘ Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir eser olduğunu insanlığa kanıtlamak’ için, yirmi sekiz yıllık sürgün ve çilelere rağmen geri adım atmamıştı.
İnnovatifti; çünkü iman ilimlerinde değişim üretmişti ve‘ulu kişi’-merkezli değil, kitap-merkezli değişimi hayata geçirmişti.
Realistti; çünkü amacına ulaşmak için gücünün yettiği ve kontrol edebileceği çözümler üretebilmişti. Şiddete karşıydı. Namık Kemal’in “Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkar,” yani “Fikirlerin çarpışmasından hakikat kıvılcımları çıkar” sözünü önemsemişti.
Aktivistti; çünkü sadece eser yazmadı, eserlerin Anadolu’da yaygın olarak okunması için ‘vatan sathını bir mektep’ yaptı.
Sosyolog gibiydi; çünkü yüz yıl önceden bugünü görebilmişti, yüz yıl önce “ Güneydoğunun sorununu eğitimin çözeceğini görerek ırkçılığa karşı eğitim istedi. “Cehalet, zaruret ve ihtilaf ”ı, yani cahillik, yoksulluk ve ayrımcılığı üç düşman olarak tanımlayıp, Abdülhamid’e çağrıda bulundu ve Doğuda fen bilimleri ağırlıklı, din bilimleri ile fen bilimlerini buluşturan bir üniversite kurarak aydınlanmayı savundu. “Hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır,” “Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir,” “ Meşruti yet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır” gibi sözleriyle, devletin, yöneticilerin ve paşaların milletin hizmetkârı olduğunu, olması gerektiğini belirtti.
Psikolog gibiydi; çünkü yazdığı Hastalar Risalesi ve Vesvese Risalesi gibi eserler önleyici sağlıkta çözüm üretme kapasitesine sahipti. Hutbe-i Şâmiye isimli eserinde ise toplumsal psikolojiyi ilginç biçimde analiz etti ve ümit aşıladı.
Savaşçıydı; çünkü saldırgan materyalizmi ‘akıl yürütme yöntemleri’ kullanarak tek tek çürütebiliyordu. “Büyük cihad, manevî cihaddır” tesbitiyle, bu çağda maddî kılıçların kınına
girmesi gerektiğini, buna karşılık bu zamanın hakikat kılıcıyla yapılacak bir manevî cihadın zamanı olduğunu söyledi.
Direnişçiydi; çünkü tek partili dönemlerde toplumsal muhalefeti tek başına temsil etti ve 18 defa zehirlendiği halde geri adım atmadı. Sivil itaatsizliğin bir örneğini sundu.
Barışçıydı; çünkü, geliştirdiği ‘ müsbet hareket’ metodu ile, kavga çıkarmadan amacına ilerledi. Cihad kavramında, bu çağa manevî cihad anlayışının uyduğunu savundu. “Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikatımın da son maddesidir” diyen Hintli lider Mahatma Gandhi gibi “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” diyerek; mücadeleyi savunmuş, fakat şiddeti reddetmişti. Hatta dini din için seven Hıristiyanlara dahi çok sıcak yaklaşmıştı. Fener Patriğini makamında ziyaret etmesi ilginçti.
Spiritüalistti; çünkü ‘ ihlas ve samimiyet’ olarak adlandırdığı büyülü gücü her haliyle yaşayabilmişti.
Bilgin ve bilge idi; çünkü ilimle hikmeti birleştirmişti.
Ehlullah idi; çünkü, ‘ Asâ-yı Musa’ dediği ehadiyet hakikatina dayalı marifetullah yaklaşımıyla çağın tarikat dersi vermeden aynı sonucu alan, zamanımızın Mevlânâ’sıydı.
Sahici bir insan, şefkatli bir üstad, yoksul ama kanaat zengini bir hoca, müthiş bir bellek, keskin bir zekâ, şaşırtıcı bir muhakeme gücü ile karşı karşıyaydım. Bilgileri okuyup kendime saklayamazdım, çünkü kendimi borçlu ve sorumlu hissediyordum.”
…
Evet Nevzat Hoca kendini bu topluma borçlu hissedenlerden biri…
Uzun yıllar bunun tanığıyım. Üsküdar FM yıllarından tanıdığım Nevzat Hoca uzun koşucu…
Herkes yorulduğunda dururken, o bir adım daha atanlardan…
Toplumun sözüne itibar etmesi, bir nevi kanaat önderi olarak görüp onun çözümlerine kulak vermesi biraz da bundan olsa gerek…
Şimdi anlıyoruz ki bilimsel ve aktivist kişiliğinin yanı sıra Çağın Vicdanı Bediüzzaman ve Mevlana gibi irfan dünyamızın güneşlerinden de feyz almaktaymış.
Türkiye’ye psikiyatri dünyasının yeniliklerini ilk getiren kişi olarak bilinen Nevzat Tarhan topluma bir borcunu daha bu kitapla ödüyor. Beyin ve koruyucu ruh sağlığını ne kadar düşünüyorsa toplumun vicdanını da o derece düşünüyormuş. Toplumun değerler sistemi ile doğru eğitilmesi konusuna da hassasiyetini bir kere daha anlamış olduk.
Demem o ki, çağına tanıklık etmenin çabasında Nevzat Hoca… Fatma Özten ile çalışmış. Uzun bir gayretin, ince bir dikkatin, hassas bir kalbin ürünü olduğu belli… Alanında bazı otoritelerinde katkısını almış ve onayından geçmiş…
Bu da önemli… Bahaeddin Sağlam, Metin Karabaşoğlu, Mustafa Tuncel ve Haluk İmamoğlu bu isimler…
…
Yeri gelmişken bir hatıramı da aktarmak isterim.
Bir toplantı için birlikte olduğumuz Prof. Dr. Yavuz Önol Hoca, arkadaşı Nevzat Tarhan’ın her zaman ki aktifliğine ve bilinirliğine vurgu yaparak; “Yahu Nevzat Hoca. Sen Ayhan Songar Hoca gibi oldun. Herkesten seni ve çalışmalarını duyup mutlu oluyorum” mealinde bir cümle kurdu. Bunun üzerine Nevzat Tarhan Hoca “Ben Ayhan Songar ve Haluk Nurbaki ortak karışımı bir ilim adamı olmak isterim” dedi.
Ayhan Songar Hoca gibi kendi mesleki alanında yıllardır çalışmalar yapıyor Prof. Tarhan… Daha önce TİMAŞ Yayınları arasında çıkan ‘İnanç Psikolojisi’ ve NESİL Yayınlarından yaptığı yeni sürprizi ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman’ kitabı ile de Tarhan Hocanın Dr. Haluk Nurbaki yönünü ortaya çıkardığını düşünüyorum.
Sanırım bu kitaptan sonra yeni sürprizler beklemek hakkımız…
HABER NAME/ 03.03.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolat