AKLIMA TAKILANLAR GÖZÜME TAKILANLAR
Sevgili Okuyucular bugün de okuma konusunu işlemek istiyorum. Ama bu okuma bildiğimiz okuma değil. Bu okumayı günü okuma olayları okuma veya çağı okuma diye tarif etmek istiyorum. Buna öngörü veya önsezi veya ileri görüşlülük de diyebilirsiniz. İnsanların içinde bulunduğu zamanı iyi okuması iyi değerlendirmesi; yapacağı işlerde başarılı olmasını sağlar ve alacağı isabetli tedbirlerle de zarara uğramaktan kurtarır. Biraz sonra günü ve geleceği doğru okuyan veya okuyamayan önderlerin liderlerin misallerini anlatacağım. Bu okumaya bir bakıma basiret de diyebiliriz. Bugün çektiğimiz birçok sıkıntının sebebi basiretsiz idarecilerin yanlış kararları veya icraatlarıdır.
İlk örneği 1453 ten vermek istiyorum. İstanbulun kuşatılması esnasında askeri erkanın o günkü durumu okuyamamasıdır. Paşalar kuşatmanın uzun sürmesi dolayısıyla Haçlıların toplanıp Osmanlının üzerine geleceğini ve değil İstanbulu almak, mevcut sınırları da muhafaza etmenin bile çok zor olacağını ileri sürerek Fatih Sultan Mehmede kuşatmayı kaldırmasını telkin ediyorlardı. Buna karşılık Fatihin Hocası (hangisi şimdi hatırlıyamadım) Fatihe kuşatmayı kaldırmasını telkin eden askeri yetkilileri en ağır şekilde cezalandırmasını söylüyordu. Fatih Sultan Mehmet bile Hocalarının ısrarı olmasaydı kuşatmaya devam konusunda tereddüt geçirmişti. Sözün kısası askerle fetih gerçekleşti ama askerin reyine kalsaydı fetih gerçekleşmeyecekti. Asker savaşıyor ama korkuyordu. Alimler savaşmıyor ama basiret gözü ile fethi gördükleri için kuşatmanın devamında ısrar ediyordu.
İkinci örneğim Sultan 2.Abdülhamit Han kendisini tahttan indirmeye gelen Hareket Ordusunu engelleyebilecekken merhametinden Müslüman kanı akmasın diyerek engellemedi. O kadar siyasi dehasına rağmen 33 sene fevkalade bir diplomasiyle imparatorluğu idare etmesine rağmen tahttan indirilmesinde hedefin kendisi olduğunu zannetti Osmanlıyı yıkma planının bir parçası olduğunu göremedi. Tarihin seyri başka türlü olacaktı. Abdülhamid Handan sonra İttihat Terakki on senede Osmanlı İmparatorluğunu dağıttı. İttihat ve Terakki hiç mi hiç okuyamamıştı. Avrupayı karış karış dolaştıkları yakından bildikleri halde saraydan çıkmayan Abdülhamid Han kadar Avrupalıları tanımamışlardı.
Günümüzden de birkaç örnek vermek istiyorum. Aslında o kadar çok örnek var ki seçerek anlatmak istiyorum.
1980 12 Eylül darbesinden birkaç ay önce Türkiyenin gündeminde anarşi ve terör ve Cumhurbaşkanı seçimi vardı. Hergün birçok genç öldürülüyordu. Ayrıca Mecliste Cumhurbaşkanı seçimi de kilitlenmişti. Merhum Mehmed Efendi Hocamız (Mehmed Zahid Kotku Rahmetullahi aleyh) Türkiyenin her tarafından Ankaradan Konyadan Adanadan Maraştan Bursadan gruplar halinde otobüs otobüs ziyaretine ve istişare için gelen gençlere birden sürpriz bir şekilde ‘’Akıncı Ülkücü gibi teşkilatlara partilere girmeyin varsa kaydınız sildirin’’ diyordu. Milli Selamet Partisine de partiyi kapatmaları için haber göndermişti. Bu sözler gençler için de MSP liler için de şok tesiri yapmıştı. 12 Eylül darbesi olunca herkesin aklı başına geldi. İslamcı gençlik Hocaefendinin sayesinde 12 Eylül darbesinin tırpanından kurtulmuştu. MSP 12 Eylülde diğer partilerle birlikte kapatıldı ve mensupları hepsi gözaltına alındı. Hiçbiri Hocaefendinin cenazesine gelemedi. Hocamız basiret gözüyle olayları görmüş ve herkesi uyarmıştı.
Merhum Turgut Özal özü itibariyle imanı sağlam bir idareci olarak Anavatan Partisini kurması askerlerle anlaşması ve kafasındaki projeleri sonuç alacak şekilde icraata dökmesi başlıbaşına bir çağı iyi okumadır. Merhum Turgut Bey geleceğin dünyasını ve Türkiyesini görmüş ve Allah bana bir fırsat veriyor ben bu fırsatı kullanmazsam mesul olurum diyerek siyasete girmiş, ilk seçimde iktidara gelmiş ve başbakan olmuştu. Başbakanlığı zamanında Türkiyenin önünü açmış Türk İşadamlarını dünyayı gezdirmiş ve kendi tabiri ile çağ atlatmıştı. Ben şahsen Özalın Başbakanlığı döneminde icraatını anlıyamamıştım. Biz hala eski Milli Selametçi düşüncenin etkisi ile ahlaki yozlaşmadan dolayı Özalı eleştiriyorduk, gidişi iyi görmüyorduk. Aslında ahlaki dejenerasyonda muhafazakar siyasetçilerin yapabileceği çok bir şey yok. Onlar en fazla düşünce ve söz hürriyetini sağlayabilirler, cemaatların ve grupların önünü açabilirler. Gerisi cemaatların gayretine kalmış hizmetlerdir. Nitekim Özalın kıymeti vefatından sonra anlaşılmaya başlandı. Onun Türkiyeye yadıptığı hizmetleri hazmedemiyenler daha fazla hizmet etmesinin önüne geçmek için onu şehidettiler.
Özalın vefatından sonra Anavatan Partisi Mesut Yılmazın başkanlığında Özalın misyonunu terk etti ve gittikçe küçüldü. Milli Görüş parlamaya başladı. 1995 seçimlerinde Refah Partisi büyük bir başarı kazandı. Slogan Refah Gelecek Zulüm Bitecek ti. Taban ve muhafazakar seçmen buna şartlanmıştı. Seçim kazanılınca hükümet olunca bütün meseleler çözülecekti. O sırada Merhum Es’ad Coşan Hocamız bir yazısında ‘’Refah Partisinin hiçbir iş yapamadığı görülecektir’’ diyordu. Es’ad Hocamızı tanımasak bu yazı ilk bakışta pişmiş aşa soğuk su katmak veya karamsar bir yazı gibi geliyordu. Nitekim Refah Partisi Doğruyol Partisi ile Erbakanın başbakanlığında koalisyon hükümeti kurunca hükümete hiçbir iş yaptırmadılar. Askerden yargıya sendikalardan muhalefet partilerine üniversitelerden medyaya kadar geniş bir kesim Refahyol Hükümetine memlekete faydalı hiçbir iş yaptırmamak için anlaşmış engel oldu zorluk çıkardı. Yani hakiki bir lider olarak Esad Hocamız o günü ve geleceği doğru okumuştu. O günleri hatırlıyorum. Her gün bir kriz hergün bir buhran vardı. Erbakan bu yargı ve bu askerin ve medyanın kendisine engel olacağını bilmiyorum herhalde hesaplayamamıştı. Fakat ondan önce Konuyla ilgisi bakımından Başbakan Tayyip Erdoğan ile 1993 te bir konuşmamızı nakletmek istiyorum. Tayyip Bey Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken bir gün Haseki Hastanesinde görüşmemizde bana ‘’Korkarım bu sefer Amerika bizi iktidara getirecek . Fakat bizim İktidara bu dönem gelmemiz doğru değil’’ demişti. Ben de ‘’Ama Türkiye gittikçe daha kötüye gidiyor’’ dedim. O gene aynı görüşünü söylemişti. Bu sözler biraz önce Esad Hocamızın yazısındaki görüşü ile örtüşüyordu. Yani Tayyip Bey de az çok durumu ve olayların gelişmesini doğru okuyordu. Esasında Esad Hocamızın siyasi görüşleri de başlıbaşına bir değerlendirilecek bir konudur. Bizim siyasette doğru bildiğimiz bir çok yanlışımız eksiğimiz olduğunu onun görüşlerini öğrendikten sonra fark ettik. İnşaAllah o konuda da bir yazı hazırlamak istiyorum.
Bugün askeri erkan ve üst yargı erki de gündemi değerlendirememekte gidişi ve geleceği hiç mi hiç okuyamamakta. Propaganda ile en güvenilir kurum olan TSK nın bugünkü durumu neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Siyasete müdahale edip dizayn etme alışkanlığından vazgeçmeyip PKK ile mücadelede başarısız olup üstüne bir de devasa bir Kürt meselesinin ortaya çıkmasına sebep olmasıyla ve bazen paranoya derecesine varan başörtüsü karşıtlığı ile milletten ne kadar kopuk olduğunu göstermiş oldu. Hele hele hala darbe planları yapmaları suç olmaktan öte geleceği okumakta gidişi değerlendirmekte ne kadar yetersiz oldukları ortaya çıkmış bulunuyor. Aynı şekilde CHP nin bir kısım medyanın yargının sanki düşmanın eline geçiyormuşcasına Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını engellemeye çalışması bunların kendi güç ve iktidarlarından son derece emin olduğunu ve nasıl olsa bunları engelleriz düşüncesinde ne kadar yanıldıklarını gösteriyor. 2002 seçimlerinden sonra Deniz Baykalın Tayyip Beyin iktidar partisinin başı meclis dışında olmamalı derken Tayyip Beyin ara seçimle Meclise girmesine yardımcı olması babasının hayrına değildi şüphesiz. Onlar bu hükümet en fazla 2 ay dayanır diyordu. MHP liler bile 2003 en fazla Ağustosta hükümetin yıkılacağına inanıyordu. Genel Kurmay höt deyince siyasilerin tırstığına alıştığından bu hükümete de 27 Nisan bildirisi ile haddini bildirmek isteyince baltayı taşa vurduğunu anladı. Bu olaylar özellikle başörtüsü meselesi bana hep Firavunla Hz. Musa nın mücadelesi aklıma gelir. Firavun rüyasında o sene doğacak bir çocuğun ilerde kendini tahtından edeceğini helak edeceğini görür. Bunun üzerine o sene doğan ve doğacak bütün erkek çocuklarını öldürtür. Fakat Hz. Musa yı da Allah bizzat Firavunun sarayında besletip büyüttürerek Firavunun karşısına çıkarır. Neticede Firavunun korktuğu başına gelir. Bugün de başörtüsü ile mücadele eden bütün odaklar başörtüsünün köşke çıkmasına engel olamadıkları gibi yayılmasına da engel olamadılar. Başta C.Başkanı, Başbakanın ve Hükümet üyelerinin eşlerinin örtülü olmasını aldıkları tedbirlerin işe yaramadığını gösterdi. Bunun bence anlamı şudur: Herkesin bir planı varsa muhakkak Allahın da bir planı vardır. Allahın planı daha güçlüdür. Bu gidişi ne Genel Kurmay ne Sabih Kanadoğlu ne Baykal ne CHP liler hiç kimse okuyamadı. Onlar güç ve iktidarlarıyla toplumu istedikleri gibi yönlendirip şekillendirebileceklerini sanıyorlardı. Allaha inanmamakla beraber olayların seyrinden başörtüsünün bu noktaya geleceğini tahmin etmeliydiler. Yani öngörüleri bana göre sıfırdı.
Sevgili okuyucularım konuyu uzatmaya gerek yok. Basiretli çağı ve geleceği okuyan ileri görüşlü liderlerin alimlerin idarecilerin millete ne kadar faydalı hizmet ediyor, milletin önünü açıyor başarıya imza atıyor bunu hep görüyoruz. Buna karşılık ideolojik körlükle önyargıyla çağın dışında kalmış pek çok yönetici yetkili millete ne kadar zulmediyor ne kadar sıkıntı çektiriyor ve güzel memleketimizin gelişmesini ilerlemesini engelliyor onu da görüyoruz. Bütün bu iyi ve kötü olaylar esasında milletimizin kaderi. Bazen çok iyi bir idareci de olsa basireti bağlandı deniyor. Bazen alimler de sözleri dinlenmiyor yerine getirilmiyor. Kader hükmünü icra ediyor.Bu konu geniş ve uzun olduğundan ne yapmak lazım denirse inşaAllah başka bir yazımda onu tahlil etmeye çalışacağım. Allah hakiki Alimlerden mahrum etmesin, ileri görüşlü çağı iyi okuyan basiretli liderler ve idareciler nasibetsin ve onları hıfzu himaye ve muvaffak eylesin, amin