Cumartesi günü, Kış ailesinin her türlü fedakârlığa katlanarak, İlhan Kutluer'in çaplı düşünür kişiliği ve Mehmet Kahraman'ın birinci sınıf işletmeciliği sayesinde yayıncılık dünyamızda,öncü girişimlere imza atan İz Yayıncılık'ta, kendilerini, yapıp ettiklerini çok önemsediğim, her yerde, her vesileyle takdirle ve şükranla andığım insanlar tarafından şık olmayan bir muameleyle karşılaştım; buradan yola çıkarak biraz ağır bir yazı yazdım ve tam gazeteye gönderecektim ki, çağdaş Sinanımız ve bilge mimar Turgut Cansever'in vefat haberini öğrendim; büyük bir hüzne garkoldum; ve sözkonusu yazıyı çektim, zorunlu olarak.
Üstad Sezai Karakoç'tan sonra yaşayan en büyük düşünürümüzdü Turgut Cansever. Ama yaşarken hakkıyla anlaşılamamış, merkezî ve yerel yönetimler tarafından bihakkın değerlendirilememiş, hatta bu ülkede dünya çapında bir mimar-düşünür yaşamıyormuş, şehirlerimizi silbaştan yeniden kuracak, medeniyetimizin yapıtaşlarını taşa esaslı, kanatlandırıcı bir ruh üfleyerek yeniden döşeyebilecek kutlu ve bilge mimar, esaslı ve derinlikli bir düşünür bizim aramızda dolaşmıyormuş gibi davrandık, adeta mevta muamelesi yaptık Cansever'e. Ne kadar kadir kıymet bilmez bir "yığın"a dönüştük böyle, ya Rabbi!
Albaraka Türk'ün yayımladığı o muhteşem Sinan kitabıyla ilgili dört esaslı yazı yazmıştım. Ne kadar memnun ve mesrur olmuştu; anlatamam. Hatta "beni, yaptıklarımı ve asıl yapmak istediklerimi en iyi Yusuf Kaplan anladı" diye kesinlikle hak etmediğim sitayişlerde bulunduğunu duymuştum ortak dostlardan. Cansever'le ilgili o yazıları bir hayli geliştirerek şu an son şeklini vermek üzere gömüldüğüm 5 ciltlik Medeniyet Tasavvuru kitabının Öncü Kuşak cildine almıştım. O yazıyı görmesini çok istiyordum; ama takdîr-i ilâhî "huzur"a çağırdı…
Cansever'i, Sezai Karakoç'tan sonra en büyük düşünür olarak görmemin nedeni, onun sahip olduğu derinlikli medeniyet tasavvuru idrakiydi: Medeniyetlerin çöküşlerinin en müşahhas şekilde görüleceği ve yeniden-inşa imkânlarının harekete geçirilebileceği öncelikli alanın üçüncü varoluş alanı diye tarif ettiğim sanat alanı olduğu gerçeğini, Sezai Karakoç'tan başka bütün derinliğiyle fark edebilmiş tek kişi oydu.
O yüzden, bütün yakıcı problemlerimizin kökeninde yatan "şey"in "ölçülerin bozulması" olduğuna dikkat çekiyordu her zaman.
Turgut Cansever, temel problemlerimizin kökeninde "ölçülerin bozulması"nın yattığını söylerken bir mimar olarak konuşmuyordu yalnızca. Üstad, "ölçülerin bozulması"ndan sözederken, ilgi alanı ve duyargaları sadece mimarî ekoloji alanında işgörmüyordu; kültürel ekoloji, fikrî ekoloji, sosyal ekoloji ve metafizik ekoloji gibi insanı, içinde yaşadığı dünya, kâinât ve Yaratıcı bütünlüğü içinde kavrayacak ve bütün bu kavrayış ve konumlayış ameliyesini ilâhî kaynakla (metafizik varoluş şartıyla) irtibatlandıracak kadar geniş bir alana yayılıyordu.
Bugün mimarimizin kimliksiz, kişiliksiz, hatta kitsch özellikler taşıması, ölçülerin bozulmasından kaynaklanır. Ama asıl bozulan şey, ölçülerin dayandığı ölçütlerdir. İşte, Turgut Cansever'i aynı zamanda bir düşünür yapan şey, burada karşımıza çıkar: Ölçütlerin yitirilmesi, ölçülerin de bozulmasına yol açmıştır. Mikyas'larımızı yitirince mukayese imkânlarımızı da yitirdik tabiî olarak.
Mimarî, medeniyetin en önemli tezahür ve varoluş alanlarından biridir. Bu, İslâm medeniyeti için özellikle geçerli ve önem arzeden bir gerçektir: Turgut Cansever, bu gerçeği özetle şöyle temellendiriyordu: Müslümanlar için mimarî, tevhîd ve adalet ilkelerinin, müminin tabiat, kâinât ve Yaratıcı ile kurduğu dinamik, bütünleştirici ve ulvî irtibatın tecessüm ve tebeddün ettiği (bedenlendiği, ete kemiğe büründüğü, müşahhas bir hakîkat hâline geldiği) en münbit vasatlardan ve vasıtalardan biridir: Müslümanın bilgi, varlık ve âlem tasavvuru ve ben-idraki, en mükemmel, en müşahhas ve aynı zamanda da en mücerred şekilde mimaride tekevvün ve teşekkül etmiş, imkân dahiline girmiştir.
Sadece Türkiye değil, İslâm dünyası ve dünya büyük bir mimarı, bilge bir düşünürü kaybetti. Büyük bir tevazu, hayâ ve asalet, ahlâk ve ruh âbidesi, esaslı bir düşünür ve bilge bir mimar Turgut Cansever, gökkubbemizde hoş bir sadâ bıraktı gitti. Bize düşen, dünyada üç kez Ağa Han mimarlık ödülünü almayı başarmış tek mimar-düşünür Cansever üstadımızın teorik ve pratik mirasını anlamaya, anlamlandırmaya ve medeniyetimizin yeniden-inşası sürecinde yeni ufuklara taşımaya gayret etmek olmalıdır.
Ailesine ve ülkemize başsağlığı diliyor, Yüce Allah'tan en sevdiği salih ve öncü kullarıyla haşretmesini ve ebedî cennetine koymasını niyaz ediyorum. Amin.