Çağ körleşmesi, Diriliş ufku ve varoluş yolculuğu (1)

xxxx1

ABD'de patlak veren, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin'e de derinlemesine yayılan ekonomik kriz, seküler-kapitalist Batı uygarlığının 150 yıldır yaşadığı felsefî krizin zorunlu bir sonucu.

Kapitalist ekonomik sistem, seküler dünya tasavvurunun ürünüdür. Avrupa'da Kilise Hıristiyanlığı'nın Protestanlaşması, beraberinde “Protestan ahlâkı”yla birlikte, hem hayatın, hem de Hıristiyanlığın sekülerleşmesini de getirmiş ve sekülerleşen Protestan ahlâkı, kaçınılmaz olarak kapitalizmin neşvünemâ bulmasına zemin hazırlamıştır.

Şöyle söyleyelim: Pratik ahlâkın öncelenmesi (yani fizik gerçekliğin, yani bu dünyanın, yani araçların, yani bilim ve teknolojinin mutlaklaştırılması), kaçınılmaz olarak pratik ahlâkın pragmatik ahlâka dönüşmesine; bu da, çıkar'ın mutlaklaştırılmasına ve hayatın çatışma kavramı etrafında kurulmasına ve dönmesine yol açmıştır: Pratik ahlâkın pragma'ya yol vermesi ise kaçınılmaz olarak pragmanın pranga'ya dönüşmesiyle sonuçlanmıştır: Foucault'nun üretilen dünyayı “modernliğin hapishanesi” olarak tanımlaması; Weber'in, modernliği, “demir kafes” olarak tanımlaması ve anlam krizi ile özgürlük kaybı gibi iki esaslı soruna neden olduğundan sözetmesi, modernliğin omurgasını, ruhunu oluşturan seküler dünya tasavvurunun yaşadığı felsefî krizin telâffuzundan başka bir şey değildi/r.

Nitekim, ikinci sanayi devriminin yavaş yavaş palazlanmasıyla birlikte, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı uygarlığı yaşadığı felsefî krizi iliklerine kadar hissetmeye başlamıştır: Batı uygarlık tarihçilerinin Batı uygarlığının bu son dönemini veya evresini “bunalımlar çağı” olarak tarif etmeleri, o yüzden, boşuna değildir. 19. yüzyılın ikinci yarısı, aydınlanma çağı'nın, dolayısıyla modernliğin vaatlerini gerçekleştirememesi üzerine karşı-aydınlanma ya da romantik çağ olarak adlandırılan bir çağdır: Felsefede, sanatta ve sosyal hayatta gözlenen yeni arayışlar, Batı uygarlığının felsefî, sanatsal, sosyal ve siyasî olarak büyük bir krizin eşiğine sürüklendiğini haber veren ve modernliğin çöküşünü ilan eden arayışlardır.

Ne var ki, bu arayışlar, modernliğin sonunu ilan etmekten başka esaslı bir çıkış yolu öneremediler: Sonuçta, ulus-devlet çöktü; Avrupa, iki büyük savaş yaşadı ve tarumar oldu; Avrupa'nın yerine, kısmen ulus-devlet ötesi bir örgütlenmeyi başaran, pragma'yı her şeyin başı ve kalkış noktası hâline getiren ABD yerleşti; Tanrı, hayattan kovuldu; kâinât tahrip edildi; gezegenimiz büyük saldırılara ve yıkımlara maruz bırakıldı; akıl, hapishaneye kapatıldı, din-dışı kutsallıklarda inanılmaz bir patlama yaşandı ve her alanda neo-paganizm biçimleri pıtrak gibi bitmeye başladı; toplum çözüldü, atomize oldu ve birey, fetişlerine ve dizginleyemediği ayartıcı arzularına ve hazlarına hızla kaçıverdi; sonuçta izafîleşme, tek esaslı felsefî söylem katına yükseldi.

İşte bütün bunlar, modernlik meydan okuması'yla birlikte, adına ayartıcı bir şekilde dünyayı “medenîleştirme süreci” denilerek dünyanın bütün mevcut medeniyetlerini ya yok eden ya da fosilleştiren, Heidegger'in deyişiyle varoluşa varoluşsal bir saldırı gerçekleştiren seküler-kapitalist tecrübenin aslında bütünlüğü esas alan medeniyet fikrini yok etmesinin kaçınılmaz sonuçlarıydı ve modern seküler Batı tecrübesinin, dünya üzerinde büyük bir hegemonya kurmasına rağmen, insanlığı, büyük bir varoluş, hakîkat, değerler ve bilgi bunalımının eşiğine sürüklemekten; dolayısıyla kültürel, siyasî ve ekonomik olarak tam bir tıkanmanın ve kaosun eşiğine getirmekten başka bir şey öneremediğinin yakıcı göstergeleridir.

Oysa izafîleşmenin felsefî temeli hâline geldiği bir “uygarlık”, hem kendisini, hem de dünyayı büyük bir bunalımın, kaosun ve çatışmanın eşiğine sürüklemekten başka bir şey yapamaz/dı. Bu bunalımdan çıkışın tek yolu var: İnsanlığa yeniden hakîkati, adaleti, hakkaniyeti, kardeşliği hatırlatacak, bütünlük fikri'ne dayanan yeni bir medeniyet atılımı gerçekleştirmek. İşte bu atılımı gerçekleştirecek fikir, Bediüzzaman ve Sezai Karakoç tarafından Türkiye'de geliştirilmiştir.

Cumartesi günü Fatih Belediyesi, bir Sezai Karakoç sempozyumu düzenledi. Bu sempozyumda Sezai Karakoç'un medeniyet fikri/yatı, çeşitli yönleriyle tartışıldı.

Cuma günkü yazıda sempozyum dolayımında insanlığın nasıl zihinlerimizi ve vicdanlarımızı körleştirici bir çağ körleşmesi sorunu yaşadığını, bu çağ körleşmesinin, Bediüzzaman'la birlikte farkına varabilen ve nasıl aşılabileceğini gösteren iki önemli düşünürden biri olan üstad Sezai Karakoç'un medeniyet fikriyatının önümüze nasıl yepyeni bir ufuk ve koridor açtığını; bu diriliş ufkunun ve koridorunun nasıl esaslı bir varoluş yolculuğuna dönüştürülebileceğini göstermeye çalışacağım.