BÜYÜK GÖZLER-GERÇEĞİN GÖZLERİ

Fatma Ç. KABADAYI

Bir filmi insan niçin beğenir ve birkaç kez izler?

Bence filmde kendini bulduğu için…

Üç kez izlediğim ve çok beğendiğim bir film “Büyük Gözler- Big Eyes”

Film gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanmış 15 Aralık 2014 yapımı. Türkiye’de 2015’te gösterime girmiş bir dram... Biyografik filmleri seviyorum. Başarı ve başarısızlık öyküleri bizi olgunlaştırıyor.

Film 1950 yıllarında San Francisco’da geçiyor. Margaret rolüyle Altın Küre ödülünü alan Amy Adams, büyük gözlü çocuk resimleri çizen bir ressam fakat tanınmıyor. Küçük kızıyla birlikte şiddet gördüğü eşini terk etmesiyle başlayan filmde önce San Francisco sokaklarında sokak ressamlığı ile para kazanmaya çalışıyor. Sanatın bazen ne kadar ucuza gittiğini gördükçe üzülüyorsunuz. Hele de anlamayanların elinde. Emeğinize saygı duyulmaması ne acı… Bir portre çizimi için iki dolar istediğinde “Bir dolar veririm” diyen adama kızıyorsunuz mesela.

O mekanda genç bayanlarla haşır neşir olmakta olan sevecen görünümlü diğer ressamla tanışması, kısa süre çıkması, eski kocasının kızını elinden almasından korkarak hoşlandığı bu adamla acele bir evlilik yapması izlerken sevindiriyor ama sonrasında Walter Keane (Christoph Waltz) isimli yeni eşinin hayatına yön verişi canınızı sıkmaya başlıyor. Ağzı çok iyi laf yapan, pazarlama yeteneği olan bu adam kendi yaptığı(!) Paris sokakları resimlerini satamayınca eşinin yaptığı ama artık yeni soyadı “Keane” olarak imzalama gafletinde bulunduğu resimlere sahip çıkıyor ve herkese kendisine ait olduğunu söylemeye başlıyor. Eşine de kadın resimlerinin çok ilgi görmediği yalanıyla avutuyor.

Bu durumun böyle olması gerektiğine ikna edişine, onun evde sürekli çalışıp kocasının satış işleriyle ilgilendiği bölümlerde Walter’dan nefret ederken kadına da içten içe kızıyorsunuz. “Bunun bir çözümü olmalı neden katlanıyor?” diyorsunuz. Yıllar içinde posterleri bile satış rekoru kıran büyük göz resimlerinin sayesinde oldukça fazla para kazanıyorlar ama Walter her geçen gün şımarırken Margaret günbegün ruhsal çöküşe gidiyor. Çünkü kızı da dâhil herkesi resimleri kocasının yaptığına inandırmak zorunda olduğundan çalışma odasına kimseyi alamıyor ve hiç arkadaşı kalmıyor.

(Fotograf: Gerçek MARGARET KEANE VE WALTER KEANE)

On yıl kadar sonra, kızının büyümesi ve Walter’ın baskılarından bunalan Margaret, kendisini ve kızını yakmaya çalıştığı o gece kızını da alıp evden kaçıyor ve balayını geçirdikleri havaiye taşınıyor. Bu kaçışta arka koltukta oturan –elini tutarak her şeyin güzel olacağını söylediği- kızı biraz daha büyümüş.

Bir yıl sonra Walter onu arıyor ve boşanmak için gelen mahkeme evraklarından bahsederek şartlarını söylüyor. Şartlarından biri bütün resimleri kendisine devretmesi… Fakat Margaret bunu bile kabul edecek durumda çünkü artık özgürlüğünü istiyor ve “Bu resimleri ben yaptım!” diye itiraf edip, haykırmanın açlığında…

Walter’ın yeni resimler isteyip durduğu, uzaktan bile kendisini rahat bırakmayarak hayatın tadını çıkardığı günlerde artık ergen olan kızının da desteği ile gerçekleri açıklama cesareti buluyor ve yola çıkıyor. Önce kimse inanmıyor fakat mahkemede yargıcın yöntemi olması gerektiği gibi.

Mahkeme çıkışında etrafını saran gazeteciler elindeki büyük gözler tablosuna ne ismini vereceğini soruyorlar. Bizim cevabımız “Gerçeğin Gözleri” oldu.

“Başkasının emeğine “Benim” demek kadar alçakça bir şey olamaz. Ben de bir romanımı birkaç yıl önce bazı sebeplerden birine vermiştim. Bu pişmanlığın verdiği acı benimle hep yaşamaya devam edecek. O “Ben yazdım bu romanı” dedikçe kahroldum. Ünlü sanatçılar hayatlarını yazdırıp esere adlarını yazdırıyor olabilir belki ama benimki farklı bir durumdu. Şahsın bir daha romana “ben yazdım” diyerek eser üretemeyeceğini ve romanın bana ait olduğunu yüzlerce kişi romanın yazılmaya başlandığı günden beri biliyor. İçimi biraz ferahlatan o. Fakat bu duyguyu kimsenin yaşamasını istemem. Belki de o yüzden bu film bana çok dokunuyor.

Filmde komik yerler yok mu? Var elbette. Walter’ın avukatı mahkemede kendisini terk edince avukatlık işi de kendisine kalıyor. O sahneyi mutlaka izlemelisiniz. Anlatmayayım. Yargıcın “Koreografiye gerek yok, oturun anlatın!” demesi beni gülümsetti.

Malum insan büyüdükçe daha az gülüyor.

Evet, film gerçek bir hayat hikâyesi… Sevindiğim şey ise Margaret Keana’nin boşandıktan beş yıl sonrasında Walter’ın bir sahtekâr olduğunu açıklaması. Çünkü yıllarca o çalıştı, üretti ama hepsinin kaymağını Walter yedi. 1965’te Walter’ın Life Magazin’e verdiği abartılı röportaj ve büyük gözlü çocuk resimleri için esin kaynağının 2.Dünya Savaşı olduğunu açıklaması Margaret için son damla olmuş ve artık bunu kaldıramadığına karar vermiş. Savaşmak zor ama böyle bir sanat dalında ispat mümkün… Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin.

Gerçek Margaret Keane, halen yaşıyor ve ağlayan büyük gözler yerine mutlu büyük gözler çizmeye devam ediyormuş. Filmin en güzel yanlarından biri de –benzetme yanım berbat olsa da- gerçek karakterlere çok benzettiğim oyuncuların oynaması. İkisi de çok başarılı, ödüllü oyuncular… Tim Burton’a teşekkür etmek lazım…

Keşke Margaret Keane ile tanışma imkânım olsaydı…

Beni en iyi o anlardı.

Bu filmi izleyin. Pişman olmayacaksınız.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.