İster “Reklamını yapıyor” denilsin.
İster “Ne çıkar bundan” denilsin.
İster “Ünlülerin ününden yararlanıyor” denilsin.
İster “Davete gitmeyenler” öne çıkarılsın.
İster “Hazırlanmış bir metni okudu” denilsin.
Ben Başbakan Erdoğan’ın sinemacılarla buluşmasını çok sevdim.
* * *
Ne güzel yahu!
Şener Şen de orada, Necati Şaşmaz da...
Metin Akpınar da orada, Hasan Kaçan da...
Mustafa Altıoklar da orada, Mesut Uçakan da...
Ediz Hun da orada, Kenan İmirzalıoğlu da...
Hülya Avşar da orada, Gülse Birsel de...
Cem Yılmaz da orada, Ata Demirer de...
Ayrımcılık yok...
Kayırmacılık yok...
Seçicilik yok...
Vallahi şahane... Vallahi süper...
* * *
Üstelik Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşma da muhteşemdi yani.
Yazlık sinemaların artık unutulan ruhundan girip, “İki Dil Bir Bavul” filminin mesajından çıkan dört başı mamur bir konuşma yaptı Erdoğan.
Arada ise Yılmaz Güney’e kocaman bir paragraf ayırdı.
Lütfen fark edelim:
Bir Başbakan, Paris sürgününde ölen Yılmaz Güney’in adını ilk kez andı.
Bu bile “muhteşem” kelimesinin içini doldurmaya yeter de artar bile.
* * *
Bu arada bir hakkı da teslim edelim:
Çoktandır partinin medyayla ilişkilerini hava basmadan, ortalığı karıştırmadan, kendini öne çıkarmadan, yani tam kıvamında yürüten AK Parti Genel Başkan
Yardımcısı Hüseyin Çelik’i kutlamak gerek.
Çünkü bu buluşmanın mimarı o...
* * *
Bundan sonrası için benim beklentim şudur:
Başbakan Erdoğan şu kültür sanat işlerine biraz daha zaman ayırsın.
Yaptığı konuşmanın hakkını versin.
Sinemaya dair söylediklerini içselleştirdiğini göstersin.
“Eşrefpaşalılar” filmine gittiği gibi...
Vizyona giren “Atatürk” filmlerine de gitsin...
Ve hatta...
Şu sıralar vizyonda olan “Büşra” filmine gitsin...
Hem “Nur üstüne nur” olur, hem de sinemacılarla irtibat kopmaz.
Postmodern vaizler dönemi başlamıştır
ESKİDEN Timurtaş Uçar Hoca vardı...
Büyük camilerde vaaz verirdi...
Etkili konuşurdu... Gırtlağını patlatırcasına bağırırdı... Politik meselelere ahlak ve maneviyat açısından değinir ama parti tutmazdı... Kasetleri yok satardı... Hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahipti.
Sonra Fethullah Gülen’in “gözyaşları”nı sos olarak kullandığı vaazları girdi devreye... Daha yumuşak, daha deruni, daha etkili vaazlar... Onun da meskeni camilerdi... Onun da kasetleri popüler oldu... “Cemaat”in ilk hayran kuşağı, o vaazlarda doğdu.
* * *
Son bir aydır dikkatle izliyorum:
Cüppeli Ahmet Hoca Anadolu şehirlerinde vaaz turnesine çıkmış...
Hepimize yeni bir “vaizler dönemi”nin başladığını gösteren bir olaydır bu...
“Eski vaizler” ile Cüppeli’nin yeni tarzı arasındaki farkları şöyle sıralayabiliriz:
- BİR: Gayet şık kıyafeti ve elinde asasıyla modernize edilmiş bir derviş kıvamında görüntü veriyor.
- İKİ: Camiler yerine spor salonlarını tercih ediyor ve işin doğrusu spor salonlarını hınca hınç dolduruyor.
- ÜÇ: Televizyondan elde ettiği şöhretin hayrını görüyor.
- DÖRT: Lüks bir otomobil ile geldiği spor salonunda gönüllü koruma ordusu tarafından karşılanıyor.
- BEŞ: Arap tarzına hayli yatkın, şaşalı bir kürsüden dinleyicilerine hitap ediyor.
- ALTI: Araya güncel espriler sıkıştırarak reytingini korumaya ve ilgiyi canlı kılmaya çalışıyor.
* * *
Haber veriyorum: Yeni vaizler dönemi başlamıştır!
Cami yerine spor salonlarının tercih edildiği, konuşmacının karizmasına önem verdiği, reytingin hesaba katıldığı yeni bir dönem bu...
Madem talep bu denli yoğun, bu alanı tek başına Cüppeli’ye yedirmezler...
Göreceksiniz: Çok yakında “yeni Cüppeliler” çıkacak...
Günlerin getirdiği
- Bugün kısa kollu tişört özlemi içinde okudum “bahar geliyor” haberlerini. Sultanahmet’e gitmeye ise üşendim.
- Bugün şunu düşündüm: Nazlı Ilıcak gibi taraf olmaya yatkın bir gazeteci, her dönem nasıl oluyor da bu kadar zinde kalabiliyor? Cevabım şu: Çünkü gerektiğinde tersten çakabiliyor.
- “Newroz piroz be.” Sevdim bu kutlama mesajını.
- Ben galiba Elele dergisini Vogue dergisine, Kenan İmirzalıoğlu’nu Kadir İnanır’a, Mahsun Kırmızıgül’ü Özcan Deniz’e tercih ediyorum.